30 Nisan 2006

yaaw nerelerdeyim ben

ozledım sızlerı babalar, anlatacak cok sey var ozellıkle 20 lık adresler :) beklerım 3 u aksamı macta ayrıntıları verırım sıze ozledım valla yaaw neyse dondum gayrı babalar :)

aşk tesadüfleri sever - vol 2.0

yok aslında böyle bişii, ama içimden böyle bi teklifte bulunmak geldi.. murathan mungan'dan neyimiz eksik, biz de babaya playlist hazırlayalım, söylesin bi güzel, hatta mümkünse orijinal dilinde söylesin.. kralını yapacağından zerrece şüphem yok..

ilk listeyi ben yapayım madem:

1 - goodbye cruel world - pink floyd (orijinal)
2 - one - u2 (tükçe)
3 - street spirit - radiohead (türkçe)
4 - ohne dich - rammstein (türkçe)
5 - crystal ship - the doors (türkçe)
6 - the seventh stranger - duran duran (türkçe)
7 - your latest trick - dire straits (türkçe)
8 - yesterday - the beatles (orijinal)
9 - autumn leaves - frank sinatra (orijinal)
10 - nature boy - nat king cole (orijinal)
11 - love of my life - queen (türkçe)
12 - everybody's gotta learn sometime - the korgis (türkçe)
13 - gemiler - orhan atasoy (birincisine konulmamış olması gafletini gidermesi açısından)
14 - comfortably numb - pink floyd (duet with roger waters -hani olur ya- orijinal)


"ohha freko nası da abardın" diyenler çıkacaktır, lakin ben tamamiyle samimiyim.. bu operasyonda sıkıntı yaratacak tek hadise roger waters düeti olacaktır, fakat bu da roger'a uygun ve gereksiz yorumlardan kaçınacak bir başka isim de olabilir, arasınlar bulsunlar herşeyi benden beklememek lazım..

bu listeyi yapmak için takribi beş buçuk saattir emmoğluyla kafa kafaya beşbin track arasından seçim yaptık.. beş buçuk saat az gelebilir tabi ama bu beşbini onlarca yıldır dinlediğim hesaba katılırsa elemeyi ne hızda yaptığımız kafada canlanacaktır.. tek stresim sıralamadır şahsım adına.. your latest trick'ten yesterday'e geçen zihniyete zıplayayım diyecek bünyelere, A1 / B1 çocuğu olduğumuzu hatırlatırım:)

diğer liste önerilerini bekliyorum, aramızda nüfuzlu arkadaşlar var, kesin baba ile temasa geçeceklerdir, ona göre efendi olmakta faydalar vardır:)

freko, müslümperver floydian

yukarıda beş yıla kadar babayı göreceğimiz yerin bir skrinşatını aldık, tegg löv'ün katkılarıyla:)

29 Nisan 2006

kürk mü dediniz..


ne hoş kadın değil mi carmen elektra? birçok erkeğin hayallerini süslemiştir, böyle havada, karada, denizde problem yapmaz.. amma bir nüans var bu resimde, ki o da ablamızın kürk giyiyor olmasıdır..
"ne var ki bunda, herkes giyiyor" diyenler için hemen bir linkimiz olacak, ama uyarayım, mideniz sağlamsa seyredin:
http://www.strasbourgcurieux.com/fourrure/ (ortadaki freyme tıklayın)
bunu izledikten sonra, gelelim duamıza:
yüce rabbim, kürk alanı, satanı, giyeni, giydireni yukarıdaki linkte yapılanlara maruz bıraksın!
"arkadaş biz sanayi kurduk, islami usullere uygun kesiyoruz" gibi bik bik yapanlara da lafım şudur:
"eğer sizin böyle bir sanayiniz olmasa, bunun bu şekilde yan sanayii de olmaz, insanlar üç kuruş para kazanacağız diye garibim hayvanlara böyle eziyetler etmez.. allahınızdan bulun tez vakitte!"
bırakalım kürkü kürke gerçekten ihtiyacı olan eskimolar, dağ tepelerinde yaşayanlar, sibiryalılar giysin.. makul ısı derecelerinde kaz tüyü de aynı işi görür, tekstil diye de bişi var, dimi canlarım?
hadi bakiyim, tekrar diyorum, "allahınızdan bulun!"
frekman rivoluşıns, hayvan hakları savunucusu bi nevi..

Yuva Arayanlar...

Selamlar Arkadaşlar,

Yuva aradığımız kedi ve köpeklerimizin bilgilerini ve fotolarını şu sitede bulabilirsiniz:
http://yuvaariyorum.blogspot.com/

Kedi ve köpek edinmek isteyenlere duyurursanız çok seviniriz.

Ayrıca tek kanadı olan ve uçamayan, veterinerde tek başına kaldığı için çok dertli bir güvercine, öteki güvercinlerinin yanında bakmayı kabul edecek kuş besleyen birini arıyoruz (Dalga geçmek yok! Çok ciddiyim). Gerekirse yem yardımı da yapabiliriz kendisine.

Teşekkürler :)

28 Nisan 2006

ev/iş - iş/konser - konser/ev - ev/iş - iş/konser - konser/ev daha gider bu!

önümüzdeki aydan başlayarak, irili ufaklı bir dünya konserin yaşanacağı bir döneme giriyoruz.. ekseriyeti ateş pahası olan bu konserlere gitmek için bu yaz konser harici vakitlerimizi sanırım evde pinekleyerek geçireceğiz..

ufak bir liste yapayım da hafiften anlaşılsın vehamet.. vehamet diyorum, çünkü eskiden koca sene bir bilemedin iki adam gibi adam gelirdi, ona da kaça beşe giderdik, şimdi öyle mi? almanya olduk, kaliforniya olduk resmen, duyan geliyor:)

aha liste, sadece istanbul için, enn ucuz fiyatlarıyla birlikte:

Alan Parsons Project - 3 Mayıs Çarşamba, Yeni Melek, 39 YTL (bitti), 49 YTL
Michael Shenker Group - 4 Mayıs Perşembe, Yeni Melek, 35 YTL
The Cardigans - 13 Mayıs Cumartesi, Akadlar Kültür Merkezi, 40 YTL
Blind Guardian - 14 Mayıs Pazar, Refresh, 42,5 YTL
Al di Meola - 19 Mayıs Cuma, Yeni Melek, 40 YTL
Anathema - 25 Mayıs Perşembe, Yeni Melek, 29 YTL (esnaf dostu be:)
Skin - 27 Mayıs Cumartesi, yer / ücret belli değil
Apocalyptica - 28 Mayıs Pazar, Yeni Melek, 28 YTL (kardeşlerim benim:)
Black Eyed Peas + Violent Femmes - 9 Haziran Cuma, Parkorman, 50 YTL
Morrisey - 10 Haziran Cumartesi, Parkorman, 50 YTL
Sting - 14 Haziran Çarşamba, Kuruçeşme Arena, 100 YTL (ohaaa fenerbahçeee)
Placebo - 18 Haziran Pazar, (kesin değil, feyk olabilir, ama önemli bişi)
ROGER WATERS - 20 Haziran Salı, Kuruçeşme Arena, 100 YTL (bedava resmen!)
Frackman Revolutions - 23 Haziran Cuma, doğumgünüm ulan yapıcaz bişiler:)
Alphaville - 24 Haziran Cumartesi, Sepetçiler Kasrı, ücret belli değil
Deftones - 24 Haziran Cumartesi, Yedikule Zindanı, 45 YTL
Paul Weller - 13 Temmuz Perşembe, Açık Hava Tiyatrosu, ücret belli değil
WhiteSnake - 27 Temmuz Perşembe, Parkorman, 60 YTL (stand by for kıyaks:)
Depeche Mode - 30 Temmuz Pazar, Kuruçeşme Arena, 95 YTL

sadece fiyatları belli olanlar ile total 763,5 YTL tutuyor, bütçe meselesi!

daha ağustosla ilgili elimizde pek veri yok, ve fakat illa bişeyler olacaktır.. ayrıyetten bunun rock istanbul'u var, rock'n coke'u var, bakalım daha neler görücez edicez.. ve tabi bunlar sadece konser şeysi, bi de paul oakenfold'u var, tiesto'su var, bu tandanstan da en az bukadar para gidecektir.. tıfıl güvenlik görevlileri olan bir banka şubesi biliyorsanız bana ulaşın:)


kaynak: biletix, ekşi sözlük, iksv, şu, bu..
not: bold olanlar sadece satır efekti yapsın diyedir, önem sırası için font büyüttük:)

26 Nisan 2006

11 mayıs 2006 perşembe, yavuz çetin' in anısına..


evet. 11 mayıs akşamı yine bronx' a bekliyoruz siz sevgili tahin pekmezcileri. biliyoruz ki müzikten anlayan kitle sizsiniz ve yavuz çetin gibi bi müzisyenin anısına yapılan konsere destek verirsiniz. madem ki bi yandan da böyle bi nevi aktivite günlüğü yapıyoruz, bi tane de ben ekliyim istedim.10 mayısta bronx taki david gilmour albüm tanıtımı gecesine gidip, ertesi günkü işini bahane etmeyen herkes davetli.
..
konser, afişte görülen isimlerin dışında oğlu yavuzcan çetin in klasik gitar dinletisiyle başlıyacak. belki olur da bi ihtimal, belirlenenler dışında sürpriz isimler de katılabilirler. söylemesi benden..

25 Nisan 2006

ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla..

hani bazı mahallelerde bazı hatunlar olur, mahalle gençlerinin halka arzında konsorsiyum başkanı rolü oynar, hayata atacakları kendileri için büyük insanlık için tırt adıma asfalt olurlar..

***

fenerbahçe'ye transfer olan bir futbolcu, yerli olsun yabancı olsun farketmez, ta ki bir fb-gs derbisinde gol atana kadar yarım fenerbahçeli sayılır.. ne zaman ki bu derbiye çıkar golünü atar, işte o gün unutulmazlar listesine kaydını yaptırır.. arada her iki takımda da oynamış ve her ikisine de gol atmış bazı kişiler de vardır, misal tanju çolak, bunları konu dışı tutalım şimdilik..

***

faryd aly camilo mondragon, metz'den transfer ederek renklerine bağladığı kolombiya milli takımının file bekçisidir.. türkiye'deki futbol hayatı boyunca, son derbi dahil tam 12 fenerbahçe futbolcusunun gerçek fenerbahçeli olmasına yardımcı olmuş, bir güzide insandır..

daha uzun yıllar kendisini gs kalesinde görmek dileğiyle..

esen kalın


frekman rivoluşıns, paso esen bırakan kişi..


mondi: "allahınız var mı ulaan!"

gene mi..

denecek birşey var mı, kaldı mı bilmiyorum.. ama hala uefa diyorlar, o diyorlar bu diyorlar arkadaş..

ha, bir de, daha üç maçımız varmışmış.. sana ne arkadaş? başka başka takımlarla yapacağımız üç maçtır bu.. sonunda biz oluruz, gisi olur, problem değil; amma de ki gisi şampiyon oldu.. huzurla, keyifle bir tur atabilecek mi futbolcular, taraftarlar elde bayrak gezebilecek mi? sanmıyorum..

en iyisi gisi tası tarağı toplasın, ait olduğu fransa topraklarına taşınsın, ora liglerinde devam etsin..

100. yılımızda gisisiz bir lig dileğiyle,

esen kalın

freko, fanatizmin everestinde:)

20 Nisan 2006

bir filmi eleştirmek - 1 (hikaye ve senaryo)

ezeli ve ebedi, şansınız varsa biraz da edebi bir muhabbettir sinema muhabbeti. filmler gelir sinemaya, kimi gider o perdeye teslim eder kendini. kimi de salonun ışıklarını söndürür, teknolojiye biat olur; DVD, 5 artı 1 ses sistemi ve mısır patlatma makinası güdümünde. filmin nerede izlendiği nasıl kişisel bir tercihse perde ya da ekranda akandan zevk alıp almamak da öyledir. kimse de aksini iddia edemez.

ne var ki bir film hakkında "mutlaka izlenmesi gereken bir film" ya da "o kadar kötü ki nedenleri saymakla bitmez" gibi birbirine zıt gibi görünen ama temelde kısalık ve sığlıkta bütünleşen yorumlardan fazlasını yapmak ihtiyacı da duyulur bazen. sadece bir başkası size "film nasıldı" diye sorduğunda bile hissedersiniz bu ihtiyacı, kendinizi sorguladığınız anları beklemeniz gerekmez. işte ben de bir film hakkında (kendime özellikle) yorum yaparken hangi kıstasları kullandığımı paylaşmak isterim sizlerle.

hikaye:

en önemli noktalardan biridir hikaye. zira kişisel beğeninin oluşup oluşmaması hikayeye bağlıdır. sizin siyasi, sosyal, duygusal vb. kimliklerinize... bir nasyonel sosyalizm sempatizanı "elveda lenin"den asla zevk alamayacak, hatta daha ilk aşamada tercihini filmi izlememekten yana kullanacaktır. ya da asosyalliği gerçekten kendi tercihi olan bir insan "road trip" gibi zaman geçirmelik filmlere tenezzül etmeyecekken, aşık olmayı özleyen biri (bir ilişki yaşıyor olsa dahi) "nothing hill"i defalarca salya sümük izleyebilecektir. (evet erkekler de ağlar) bir homofobiğe "hamam"ı nasıl izlettirebilirsiniz?

ne var ki sadece yukarıda sağdığım noktalar baz alınarak yapılacak eleştiri o kısa ve sığlardan olacaktır. bu yüzden hikayenin öneminin kişisel yanını yadsımadan, hikayeyi bir film eleştirisinde ön plana çıkarmamak daha sağlıklıdır. zira sağlıklı bir eleştiride hikaye değil senaryodan bahsedilmelidir.

senaryo:

filmin belkemiğini oluşturur senaryo. hikayenin eksiklerini ve hatta kısalığını kapatabilir ya da tam aksine (bazı muhteşem kitapların uyarlamalarında şahit olduğumuz gibi) mükemmel bir hikayeyi ziyan edebilir. izleyiciyi filmin içine çeken ve anktrakt gelip çattığında mısırın nerede satıldığını değil de ikinci bölümün ne zaman başlayacağını düşündüren senaryodur. ve o senaryolar genellikle şu özelliklere sahiptir:

.: üç perdeli yapı:

filmin başında izleyiciye bir tasvir sunulmalıdır. neredeyiz, hangi zamandayız, kimlerleyiz vb. bu tasvir, ana karakterin (kahraman) çevresinde anlatılmalıdır. mutlaka ama mutlaka kahramanı bu yapının ilk perdesinde tanımalı ve onunla özdeşleşmeliyiz. (ben, bir çok sinema eleştirmeni ve akademisyenin aksine özdeşleştirmenin sadece olumlu olarak yapılması gerektiğine inanmamaktayım. izleyici bir seri katille de özdeşleştirilebilir. ne var ki olumlu özdeşleştirmeyle karşılaştırıldığında çok daha zordur ve bu çaba ciddi bir başarısızlığa uğrayabilir. bu tip olumsuz özdeşleştirmeyi en iyi yapanlardan biri tarantino'dur. seri katil, soyguncu vs.)

daha sonra özdeşleştiğimiz kahramana bir istek yüklenmelidir. (dış motivasyon) bu istek film boyunca asla kaybolmayacak, kahramanın "istisnasız" her davranışının sebebi olacak kadar kuvvetli olmalıdır. (flightplan: kızını bulmaya çalışan bir anne.) kahramanın dış motivasyonu yeterince kuvvetli değilse her çabası izleyiciye gereksiz ve saçma gelecektir.

ve filmin sonuna doğru tempo -çatışma- artmalı (çatışmadan biraz sonra bahsedeceğim) ve kahramanın isteği ya gerçekleşmeli ya da gerçekleşmemelidir. (iyi bir filmde özdeşleşme had safhadadır. bu yüzden istek gerçekleşmiyorsa izleyicinin gerçekten ikna edilmesi ve hatta "yatıştırılması" gerekecektir.)

.: çatışma:

kahramanın isteğine ulaşması ne kadar zorsa bu istek o kadar değerli görünür. kahramanın dış motivasyonunu kuvvetlendirebilmek için bir de düşmana ihtiyaç vardır. bu düşman kahraman kadar güçlü (hatta daha güçlü) ancak onun "gibi" olmalıdır. düşman (nemesis) da kahramanın isteği şeyin tam tersini en az onun kadar istemelidir. hikayede kahramanı her açıdan dengelemelidir. (iyilik - kötülük gibi.) neo ve agent smith bu dengelemenin en somut örnekleridir.

kahraman ve düşman arasındaki çatışma tek başına yeterli değildir. her ikisinin de iç çatışmaları olmalıdır. özellikle de kahramanın. bir de mümkün olan her sahnede daha küçük, daha zor farkedilecek çatışmalar kullanılmalıdır. kahramanın çevresiyle ya da doğayla. (yerçekimi en sık kullanılanlardan biridir)


bazı filmlerden çıktığınızda çok sevmediğinizi düşünseniz de iki saat sıkılmadan izleyebildiğinizi fark edersiniz. (benim için "flightplan" bunlardan biridir") bu durum hikayenin dahice olmaması ancak senaryonun kalitesiyle açıklanabilir. tabii ki oyunculuk, yönetmenlik, kurgu gibi faktörler de var. onlar da başka sefere umarım...


not: aslında motivasyon, çatışma ve üç perdeli yapı çok çok uzun konular. dramaturji diye bir bölüm olması da bunu gösteriyor. ben elimden geldiği kadar kısa tutmaya çalıştım. (valla)

19 Nisan 2006

10 Mayıs 2006 Çarşamba, David Gilmour On An Island Albüm Tanıtım Partisi @ Bronx!


Gecikmeli olarak da olsa,
gururla sunar:
David Gilmour
On An Island
Albüm Tanıtım Partisi
Mekan: Bronx
(İstiklal Cad. Terkos Çıkmazı No:8 Tünel/Beyoğlu)
Tarih: 10 Mayıs 2006 Çarşamba, 21:00
Giriş: Ücretsiz!
Program: On An Island Albümü dinletisi, DVD gösterimi, Sürprizler..
Böyle klişe bir girişten sonra, bizim organizasyonlarımızı bilen bilir diyor
tüm tahinpekmez camiasını hadiseye bekliyoruz..
Organizasyon bizden, eğlenmesi sizden..
Special Thanks To:
EMI Türkiye
Echoes Productions
Bronx
Radyo Nostalji 107.4
gün gelicek daha acayip işlere de imza atıcaz, ama şimdilik elimizdekiler bunlar:)

Barca Barca oleee!


Bakiniz kendi elcegizlerimle cektigim Camp Nou resimleri. Aethewulf "ben ne diyorum sen ne diyosun, alooo?" dese yeridir. Ama Barca dediniz mi benim gibi futbol cahili ve ilgisizi (bizzat o entryde bahsi edilen kisi oluyorum) bir insanda bile akan sular durur. Kucuk kalbimi calan Simsek Santrafor Kai Castel yuzunden de olabilir, Barcelona sehri ve Katalan "halk"i ile butunlesmis, onlarin gururu olmus bir takim olmasindan da olabilir.

Mesela bakin Madrid'de Real Madrid ve Atletico Madrid arasindaki rekabet yuzunden oyle bir sehir-insan-takim butunlesmesi yoktur. Zaten Castillianlarin Katalanlar gibi futbolla bir sey ispatlamasi da gerekmiyor. Simdi bunu "tongue in cheek" soyluyorum, ama sanki Barcelona biraz bizim Diyarbakirspor'a benziyor. Gelin gorun ki bizim oralarda olaylar cok farkli gelisiyor.

Netice itibariyle bendeniz birkac gunluk Barcelona ziyaretimde yemedim icmedim, Camp Nou'ya gittim, sirf o atmosferi soluyayim diye. Degdi mi? Evet hem de nasil, bos olmasina ragmen. Su bos tribunleri dolu hayal edin bir de, manyak gibi olur! Ahdettim omrum oldukca bir gun bir Barca macina gidecegim, bir Turk takimiyla olsa hele hic yinmez dadindan. Tabii bunlar da Akdeniz insani, cosmazlar mi? Meksika dalgalari, tezahuratlar, ne guzel olur.

Ha simdi buradan futbol'un Amerika'da nicin tutmadigina atlayis yapsam olur mu? Amerika'da futbol yok abilerim ablalarim mini mini kardeslerim. Soccer diyorlar zaten, onu gectim, kiz sporu, cocuk sporu. Neden? Cok ucuk bir sebep uyduracagim: Cunku Amerikali taraftarlar ruhhhhhsuzzzzzzzz!!! Kendileri ne tur spor olursa olsun maca yemek icmek ve muhabbet etmek icin gidiyorlar (arada is baglayanlari da oluyordur kesin). Stadyumlarin icinde sinemalardaki gibi bufeler var. Bira ve sosisli basta olmak uzere bir suru bisiler satiyorlar. Amerikalilarin agzi da bir dakika durmuyor. Yahu ben Akdeniz insaniyim, Baseball gibi bir miyy miyy miyyy agir gelisen sporda (kurallarini da cok az bilmeme ragmen) kalkip tezahurat edesim geliyor. E ama etraftakiler boyyyle yayilinca olmuyor ki? Tezahurat dedigin kollektif bir sey. Ayni anda bir guruhun seninle ayni seyi soyledigini yaptigini bileceksin, onu hissedeceksin, aidiyet hissini tadacaksin (maclarda suru psikolojisi ile bir suru olay cikmasi da bu yuzden olabuluu, kavga cikabuluu, bozuk para yagabuluuu...) Hadi baseball'i gec, boyle vizir vizir bir basketbol macinda -ki bu okul takimi, seyirciler genc ve bir "takim ruhu" var okuldan dolayi- ama yine "onler iyi ama arkalar i ih!" Giymisiniz okulun renklerini, almisiniz elinize atkilar, balonlar ama oturuyosunuz be cocum oturuyosunuz! Biz uc Turk kizi Amerikali enistelerin ve etraftakilerin garip bakislari esliginde pinar basi burma burma soyledik anasini satiyim, kos kos oturarak nereye kadar???

Neyse iste, diyecegim o ki, takim taraftarligi bir kimliktir, bir aidiyettir bazi cografyalarda ve biz de o cografyaya dahiliz. Kadinlarimizin cogu o kimligi ustlenmemis (ascription) olabilir ama bunun sebebi oyunun "22 adamin bir top pesinde kosmasini anlamiyoraaammm"dan degil futbolun fazlasiyla erkek tekelinde olmasi (her "22 adam" muhabbeti yapan kadina karsi bir "sen ne anlarsin futboldan" bakisi firlatan "futbol erkek isidir" fikrini ifsa eden erkek var sonucta), kadinlarin o heyecani, o aidiyeti paylasmasi icin yeterli imkan olmamasidir -IMHOOOOOO!!! Ay cok gevezelik ettim.

Hayat berbat zaten, ask da tesadufleri sever, affet beni ey okuyucu, dondur yolumdan, belki bir futbol stadyumunda 22 adamla aramdaki ayrilik ruzgari tersine doner, futbola asik olurum. Ask bu, bir omur yetmez. (Freko'ya tesekkur ediyorum burda, anlayan anladi!!!)

Neden Hepimiz Barca'lıyız?















Çok eski geyik; hanımefendi, bembeyaz parmaklarını gözünüzün önünde savurarak yüzünüze parlayan gözlerinin bütün tatlılığı ile bakar, vişne çürüğü dudaklarının arasından kelimeler röfleli saçlarını savuran rüzgara paralel yüzünüze çarparken soru örz üzengi çekiç üçlüsüne düşer: "Aman canım hiç anlamıyorum siz erkekler ne anlıyorsunuz futboldan? 22 adam bir topun peşinde koşuyor.."

Hayır. Artık kadınlar da futboldan anlıyorlar. Artık çoluk, çocuk, genç, yaşlı, menopozlu andropozlu herkes futboldan anlıyor. Çünkü futbol, modern zamanların büyük arenası. Orada tarihi dövüşler yapılıyor, her maç binlerce insan çığlık çığlığa bu genç çocukların kahramanlıklarını izliyor. Zaferler Austerlitz gibi kutlanırken yenilgilerde kaçacak delik arıyor, hava bombardımanına tabi kalmış Dresden'liler gibi, gözlerinde yaşlarla işgal kuvvetlerine bakan Halide Edip Adıvar gibi hicranlara gark oluyoruz.

Futbol cesaret demek, Gerard'ın Milan maçında 3-0'dan sonraki isyanını başka nasıl izah edeceğiz? Futbol mücadele demek -90 dakika sonuna kadar-, futbol yenilgiyi kabul etmemek demek, futbol terinin son damlasıyla 35 metreden çektiğin şutun gidişatını izlerken bütün tribüne düşen sessizlik demek. Yalnız bu kadar değil, futbol zafer demek, futbol strateji demek, futbol savaş demek, futbol eğlence demek, futbol müzik demek ve futbol o güzelim şut sonrasında topun aldığı açıyla özdeş sanat demek. Her golde biraz daha edebileşiyoruz.

Futbol zaferleri, yenilgileri, düşüşleri ve isyanları gördüğümüz bir sahne ise onu yalnız bir top peşindeki 22 adam ile izah edemeyiz. Orada bir hayat vardır ve o hayat tribünden taşan müzikle, -tam da o noktadan kullanılan- bir frikikte, doksanıncı dakikada aniden ve hiç yoktan ortaya çıkan bir kontraatakta kendini gösterir. Hayatın olduğu her yerde ise mücadele vardır ve mücadelenin konusu hiç değişmez. John Wayne dublajında söylüyorum, futbol iyilerle kötülerin mücadelesine de sahne olur ve böyle bir mücadele varsa insanlar tarafsız kalamaz.

Endüstriyel futbol içerisinde mekanize olmuş, sanatsallığı göz ardı etmiş, itiş kakış didinmenin ve artık bıkkınlık verecek kadar sıradanlığın yer aldığı bir futbolumuz vardı. Zenginler kazanıyor, satın alınan futbolcularla zaferler arka arkasına geliyor, sistem adı verilen ve insanın midesini ağrıtacak kadar renksiz, heyecansız, düpedüz sıkıcı bir oyun ile ittir kaktır oynanan futbol ancak gri gözüküyordu. İşte Chelsea, işte Real Madrid, hiç bir sansasyonu olmayan, bireysel insiyatife yer vermeyen, bütün özgünlüklerin "taktik icabı" yok edildiği futbollarıyla, futbol dünyasını yerle bir ettiler. Yunan milli takımı tek gollü galibiyetleriyle Avrupa Kupasını aldığında herkes "Futbol bitti" diye korktu. 90 dakika vatan yahut silistre yapın, tek bir ortaya da kafanızı uzatacak kadar aklınızı başınıza alın, başarı gelecektir.

İsyan bir kez daha akdenizden geldi. İspanya'da sıradanlığa, bayalığa, birebirliğe karşı özgünlüğü, kendiliğini savunanlar, Katalanlar, Mimari'de Gaudi ile ne yaptılarsa, Maradona ve Cruyff ile neyi başardılarsa bir kere daha başarmak için ayağa kalktılar.

Barcelona bize futbolu geri verdi. Tek bir adam Ronaldinho, bugün sahada topla futbolu sanat yapmaktadır. Bu adam sahada koşuyor, top ayağına geldiğinde ise top dahi şaşkına dönüyor, magneto gibi, bu vodvilin ortasındaki altın kutu gibi parlamaya başlıyor. O topla oynarken hepimiz yüzündeki tebessüme deli oluyoruz. O ise bir başkasının eliyle yapamayacağı hareketleri yaparken, tam da o yerlere o topları atıp, tam da o çalımları ardı arkasına atarken, deliye döndürdüğü defans oyuncularına dahi futboldan keyif almayı öğretiyor ve her an hep topla bitmeyen sambasını sürdürürken bize futbolun yalnızca adam tutma, pres yapma, hayvan gibi koşmadan ibaret olmadığını gösteriyor: Futbol, topla oynanan bir oyundur.

Yalnız değil, Messi 18 yaşında sağ kanattan koşarken hepimizi mutlu ediyor, Etoo denilen bu adam yalnız futbol oynamıyor, ırkçılığa karşı da her maç savaşıyor. Binlerce Madrid taraftarı top her ayağına geldiğinde maymun sesleri çıkartırken bu adam koştu, savaştı, yapabileceği her şeyi yaptı ve o golünü attıktan sonra yumruğunu kaldırdı. Sahadan çıkarken maymun seslerinin yerini alkış alıyordu.

Deco, Xavi, Puyol bu adamlar futbol oynuyorlar. Ancak yalnız futbol oynamıyorlar, bunun felsefesini de pratikte gösteriyorlar. Zafer kazanmak için oynuyorlar ama hep centilmence, mücadele ediyorlar ama şıklığı unutmuyorlar, o güzel şutları çekiyorlar, saldırıyorlar, cepheden, kenardan ve bulabildikleri her delikten hızla sızıyorlar ancak yavanlığa, durağanlığa kaçmıyorlar. Bu adamlar topu seviyorlar, topun onları sevmesini beklemiyorlar. Ve her maç, bu centilmen çocuklar, kasten düşürüldükleri zaman bile gülerek ayağa kalkarak, ırkçılığa karşı başkaldırarak, bu sahada iyi bir şey yapmak istiyorlar. Bütün futbol otoriteleri dünyanın en iyi futbolcusu diye bas bas bağırırken "Nasıl dünyanın en iyi futbolcusu olabilirim ki, takımımın bile en iyi futbolcusu değilim. Biz de Messi var" diyebilen Ronaldinho mütevaziliğinde, kimseyi incitmeden insanları futbola çağırıyorlar.

Nedir iyi olan? Kuralları ve konumları belli bir rekabet ortamında para karşılığında emek sarfederken dahi diğerlerinin haklarını gözetmek olabilir mi? Kahramanlık binlerce insan size karşı renginiz nedeniyle bağırırken kulaklarınızı kapatarak işinizi yapmaya çalışmak ve maymun seslerine karşı yapabileceğiniz tek şeyle, gol ile, cevap verip sonra susmaktır denemez mi? Herkesin üstünde müttefik kalacağı kadar güzel oynamak ve sonra herkesi de güzel oynamaya davet etmek iyi ise, hep beraber zevk alalım diye bağırmak, insiyatif almak, adil olmaya çalışmak da olabilir. İyi olmak bir duruş meselesi ise, kasten bacaklarını kırmak için giren defans oyuncusunun üstünden zıplayıp sonra bir diğerini geçmek için koşarken yere düşürülüp sakatlanan ve oynayamadığı için ağlamaya başlayan Messi'nin isyanında, Barcelona iyidir. 40 metre topu sürüp, 6 defans oyuncusunu çalımlayıp sonra gol atan Ronaldinho'nun golünü kutlamak için takım arkadaşlarının üstüne koşmasında ve taraftarın mutluluk çığlıklarında iyidir.

Futbol, 22 adamın topun peşinden koşmasından fazlası. Bunu biliyoruz. Futbol, tribündeki insanlardan da fazlası, futbol bazen kazanmak için her şeyin yapılmaması gerektiğini de, her şeye rağmen kazanmayı da insanlara öğretebilir. Futbol bazen güzel oynamak için isyan etmenin değerini ve iyilerin, gerçekten "adil oynayanların" zaferlerini de kapsayabilir. Futbol umut verebilir.

Umuda ihtiyacımız var ve başlıktaki sorunun cevabı da bundan artık net, hepimiz Barca'lıyız çünkü dünyada hala umut var.

18 Nisan 2006

"gen"e olmamış...

ön edit: "gen" filmini izlemediyseniz ve "aman yarabbim, bi fırsatını bulsam da izlesem bu filmi artık" diye kemiriyorsa içiniz içinizi işbu post'u es geçiniz. izledikten sonra beklerim.

----------

türkiye sinemasında son dönem "korku-gerilim" furyasının son halkası "gen". sinemamızın bu furyaya hangi aşamalardan geldiği hakkında da bir şeyler yazmak istiyorum ama öncelikle "gen"e odaklanalım.

osman yağmurdereli'nin harıl harıl gerilim senaryosu aradığı ve sipariş üzerine bir tane yazdırıp çekmeye hazırlandığı; sinema sektöründe sıkı bağlantıları olmayan birinin bile bu tür bir senaryoyla kolaylıkla yapımcı bulabileceği bir dönemde 21 yaşında, işin mektebini henüz bitirmiş bir isim, "şahan gökbakarın kardeşi" togan gökbakar 35 mm'lik bir uzun metraj çekmiş, ismini de "gen" koymuşlar. "gen"den bahsederken 21 yaşında uzun metraj çekebilmenin, 35 mm'yi kullanabilmenin ve de "yepyeni bir tür olan gerilim(!)" denemenin ne kadar zor, ne kadar takdire şayan ve ne kadar cici olduğundan dem vuramayacağım, kimse kusura bakmasın.

"gen"in hikayesi orijinal değil. bir kaç dakika içinde yardımcı hikaye, filmin yarısı gelmeden de ana hikaye çözülebiliyor. sinopsisi ilgi uyandırmıyor evet, ama daha kötüsü o hikayeden bir uzun metrajın nasıl çıkacağına dair sorulara gark ettiriyor insanı. izleyince bu sorunun cevabını öğreniyoruz: "çıkmıyor". 85 dakikalık süresi bile bir tevazu değil, israf. aynı noktaların defalarca işlenmesiyle elde edilmiş bir süre.

hikaye aynı zamanda ciddi hataları barındırıyor. tecrit mahkumuyla hiç karşılaşmadan rüyasında gören bir kadın doktor (ki bir cinayette sağ, diğerinde sol elini kullanıyor bu doktor ve sol elinin de erkek eli olduğunu öğreniyoruz) 29 yıldır hastanede olan herkesi öldürüyor. annesi hamileyken ona tecavüz eden hastanın peşine düşmek için yıllarca tıp okuyan bu zeki kadın, bu hastanın kendisi büyürken ölmüş olabileceğine ihtimal bile vermiyor.


senarist yazar, yönetmen anlatır. bazı anlatıcılar, bilinen vasat hikayeleri öyle güzel anlatırlar ki kimse hikayeden şikayetçi olmaz. togan gökbakar hikayenin vasatlığının farkında olacak ki farklı bir anlatıcı olmaya çalışmış. ne var ki gereğinden fazla kaçmış bu çaba. duayen olmayı başarmış yönetmenlerin en bilinen kamera hareketleri ve açılarından bir "best of" çıkarmak için uğraşırken hikayeye fazla müdahil olmuş. hele bir "tepsi taşıyan hemşire" sahnesi var ki aman aman! bu çabalar filmin büyük bölümünü kaplıyor ancak böyle gayretlere girmediği anlarda geleceği için iyimser olmamızı sağlamış togan.

bir de reklam meselesi var tabii. maalesef filmin reklamı yapılırken izlenen yollar (tecavüz sahnesi ile ilgili rutkay'ın açıklamaları gibi) hiç sağlıklı değil. evet para kazandırmaya başlayan bir tür olma yolunda gerilim ve yapımcılar da sadece bunu kıstas olarak alırlar. ne var ki bu türe ilgi gösterecek kitle televole zihniyetini samimiyetten kolaylıkla ayırabilir. hababam sınıfı tüm türkiye'ye hitap edebilecek bir konsepti iki filmde yedi bitirdi, şimdi üç buçuk atıyor. hedef kitle daha darsa ona göre hareket edilmeli. (ya da hiç edilmemeli "babam ve oğlum"da olduğu gibi)


filmin düştüğü hataya düşüp çok fazla uzatmadan toparlayalım. senaryosu ve yönetmenliği ile vasat bir film "gen". reklam zihniyeti oldukça itici. filmle ilgili en olumlu nokta görüntü yönetmenliği. gora'nın da görüntü yönetmenliğini yapmış olan veli kuzlu birçok yapımcı ve yönetmenin listesinde ilk sıraları zorlayacaktır. togan gökbakar ise bir sonraki filminde daha az bütçe bulabilecek gibi görünüyor. bu dezavantajı umuyoruz ki lehine çevirebilir ve atlantik okyanusunu aşarken türkiye'deki izleyicilerin de inancını kazanmış olur.


not: bu yazıda şahan'dan da bahsedilmiştir aslında. hikayenin sahiplerinden biridir. togan'ın böyle imkanlara sahip olabilmesinin etkenlerindendir. filmdeki rolü ise şahan hanesine yazılabilecek kadar ona ait değil.

konudan bağımsız not: hoşgeldim tahinpekmez'e.. hoşgeldim di mi? :)

son edit: yazıyı bir gün sonra tekrar okudum da, star gazetesi spor servisi kıvamında başlık atan kendimi kınıyorum.

Saadet Yurdu Blues Band Proudly Presents..

gece gece onore olduğum andır a dostlar..

pek sevgili saadet yurdu daimi kadrosu Bluesman ve Papalina Tava, bizatihi şahsım adına bir eser bestelemişler, güftelemişler, oturup çalıp söylemişler, adını da Kısa Viceroy koyuvermişler..

bu güzide blues eserini indirmek, dinlemek, tekrar tekrar dinlemek şarttır, farzdır, vesvesedir diyorum, aha da link:

http://rapidshare.de/files/18269022/k_sa_viceroy.mp3.html

indirmeyen toptur, yapanın da bi kısmı top zaten -anladın sen onu-, ne güzel memleket:)


kredit şeysi:

bluesman - elektro gitar, bas, vokal
papalina tava - akustik gitar, vokal

bu herifler albüm de yapar akşama sabaha, hadi hayırlısı..

17 Nisan 2006

galvanize - lost, nası yani?


şöyle bi kısa spoil edeyim dedim, lost izleyen anlayacaktır hani..

bu chemical brothers'ın galvanize adlı parçası lost dizisinin hatch bölümleri başladığından itibaren fon müziklerinden biri olsa olmazmıydı diyorum nacizane.. nassı yani demeyin, bi tur dinleyiverin parçayı..

buna da daha anca uyandığım için kendi kendime oha diyorum, o ayrı konu.. ne diziymiş be birader, aklımızı aldı..

Müslümcü Olmak

Eveet, herkes eteğindeki taşları döküyor madem, ben de dökeyim. Yaklaşık dört yıl önce bir arkadaşıma yazdığım yazıdır. Noktasına dokunmadan kopyalıyorum. Üşenmeden okumanızı tavsiye ederim. Beni tanıyınız yani :)


MÜSLÜMCÜ OLMAK

Çocuklugumdan başlayan müzik dinleme maceramda çok ilğinç bir dönemdir
müslümcü dönemim...
Babam,bizim lazlara iki numara büyük gelen bir adammış o eskiden..akordeon çalmış bir aralar..sülalede plak,müzik işleriyle ilk ugraşan adam..bir sürü plaklar ,sanat müziği ile ilğili kitaplar,her haftasonu İstanbul'un ünlü gazinolarında Hamiyet Yüceses'i ,Müzeyyen Senar'ı dinlemeye gitmeler..divan edebiyatı tutkusu da bunlara eklenince benim kulagım aşina olmaya başladı müzige ben farkında olmadan..abim,nereden kaptıysa disco müzik hayranı o zamanlar..babam ona hippi diyor..çocukcağızın ise hiçbir sosyal hayatı yok..dükkana gider gelir,eve gelince de de odasına kapanır gariban mono teybiyle boney m dinler ...her ay bir liste kaseti çıkaran bir stüdyodan seri kasetlerini alır yıllar boyu..ben bu iki egilimden eşit oranda faydalanan bir çocuk..fakat babasından aldıklarının farkında olmayan..
ortaokul yıllarında,başarılı bir ögrenci olmanın verdiği rahatlıkla gavur musikisine bayagı bir kaptırış..madonna sevğilim,maykıl ceksın sıra arkadaşım konumunda...ve kabataş erkek lisesi..
kabataş,erkek lisesi olmasından mıdır nedir beni o batı dünyasınan bir çekip kopardı..müzigim başıboş kaldı bir aralar..türküler,ipe sapa gelmez cenğiz kurtoglu sesleri vs.. asıl ilğinçlikler ise üniversite yıllarında..
üniversitenin ilk senesi..trt'de,başrollerini sophia loren'in oynadığı "ana " isminde bir dizi var..diziyi izlemiyorum..zaten televizyon sevmem..bir gün dizinin kapanışına denk geldim..yazılar yazarken fonda çok güzel bir klasik parça..bir erkek tenor söylüyor bagıra çagıra...ne adamı biliyorum ne şarkıyı..fakat kesinlikle bulmam lazım..istikamet unkapanı plakçılar şarkısı..genç bir üniversite ögrencisi olarak dükkanlara girip şarkımın kasetini arıyorum..kurduğum cümle aynen şu şekilde:" abi,hani trtdeki ana dizisi var ya,onun sonundaki şarkının kaseti var mı?" ...sen şu anda ne düşünüyorsan tezgahtarlar da aynını düşünüyorlar muhtemelen..gözlerde "manyak mısın oolum" bakışları..vefakat bu gariban halime yukarıdan acınmış olacak ki
o günlerde taksim'den geçerken istiklal caddesi üzerindeki o küçük "karakedi müzik evi" nin önünde çakılı kaldım..adam nereden bulmuşsa bangır bangır o şarkıyı çalıyor..hemen daldım içeri..heyecanla
bu çalanın kim oldugunu sordum..adam önüme bir kaset koydu..Luciano Pavorotti....kim bu adam yaa...bunu soran sadece ben değilim o zamanlar..kimse bilmiyor..pavorotti o zamanlar hiç tanınmıyor ülkemizde..parayı basıp kasetini alınca tanışıyorsun tabi..o kaseti tam bir yıl dinledim..her gün..dersteyken "eve gitsek de pavorotti dinlesek" diye iç çekerdim..arkadaşlar arasında bile bilinir hale gelmişti..o adamın ülkemizde meşhur oluşu,bendenizin kendisini keşfinden tam bir yıl sonraya rastlar..o meşhur oldugu sıralarda ise ben vivaldi'ye terfi etmiştim bile..
vivaldi'yi de sıkı sıkı dinliyorum o zamanlar..dört mevsim...sabah akşam kulagımda..fakat bir eksik var..beni rahatsız ediyor sürekli..dört mevsim'in kış bölümünü dinlerken bir türlü diyarbakır'ın kışını hayal edemiyorum..hep viyananın kış manzarası geliyor aklıma..herkes mutlu,her taraf romantik..oysa ben mutlu değilim..benim ülkemde kışlar öyle güllük gülistanlık geçmiyor..bu müzik bana yetmiyor..beni anlatmıyor..
dükkan kirada..dükkan büyük işler küçük kira fazla..bir komşuyu dükkana kira ortagı aldık..dükkanın yarısını onlar kullanıyor..siirtli üç kardeş..iyi insanlar..biz dükkanda hacı'nın isteği üzerine eski şarkılar dinliyoruz..onlara geniş geliyor..şakalaşıyoruz..birgün "abi bi de bizden dinleyelim " dediler..kim dedik.."müslüm" dediler..güldüm ve aynen şöyle dedim:"hehe,bu adamın adı niye müslüm..sonuna bi "an" daha ekleyip müslüman olamamış mı" hep birlikte gülüştük..çalmaya başladı.
."gökyüzü hüzünlü matem var sanki,kimbilir kaç seven sabah bekliyor"
ufak ufak diyarbakır'ı görmeye başlamıştım.(sonra askerde yeterince gördüm)..çaktırmadan müslümcü olmaya mı başladım nedir..
ondan sonra takip etmeye başladım..kibar adamdı..bir progama konuk oldugunda ikide birde "muhterem nur hanım" deyip duruyordu..o hanımdan hep "muhterem nur hanım" veya " hanımefendi" diye bahsediyordu..kim oldugunu sordum çevremdekilere ..eşi oldugunu söylediler..bu mu lan kıro müslüm baba..adam karısına sadece hanımefendi diyor..müslüm'e kıro dyen hemen herkes eşine "karı,bizimki" diyor..en kibarı "hanım" diyor ayda bir kere....yok abi tuttum ben bu adamı...
aynı dönemde beyazıt devlet kütüphanesinin görme engelliler bölümünde gönüllü çalışıyorum...onların talep ettiği kitapları kayıt stüdyosunda kasetlere okuyoruz..sagdan soldan kullanılmayan kasetler bagışlanıyor,biz de onlara kayıt yapıyoruz..bir gün yine birisi bagış yapmış..bir çanta dolusu kaset..nedir bunlar diye bakacak oldum..bir hazine bagışlamış adam..33 adet müslüm baba kaseti..seri yapmış herkimse...o bölümün sorumlusu arkadaşa o kasetlr yerine içlerinde batı müzikleri,pavorotti,vivaldi,madonna,mayıl ceksın olan 44 adet kaset verip aldım o çantayı..ve müslüm baba'ya terfi ettim..
işte o zamandan sonra duydum o yargıları.."daha kaliteli müzikler" diye hava atanların,kalite diye dinleye dinleye nota bilmeyen adamların şarkılarını dinlemelerini.."her müzigi dinlerim,arabest hariç","müslüm mü.ay siz de mi jiletçisiniz","için kararmıyor mu onu dinlerken,orhan neyse ama.." kimi zaman sinirlendim,kimi zaman güldüm,kimi zaman cehaletlerine bogmaya kalktım..en sonunda gizlemekte buldum çareyi..kendime aittir..ruh halime göre bir kasetini dinlerim..moralim sıfıra inmişse dinlenecek kaset bellidir..esrarlı gözler..hayır iyiyse,mutlu ol yeter..
peki şimdi...türk sanat müzigi..dünya üzerindeki iki klasik müzikten biri..dünyada klasik müzik tanımına uyan iki müzik türü vardır bilir misin..birisi klasik batı müziği,vivaldı,mozar falan..ikincisi de klasik türk musikisi..ve bir kültürün klasik müzik üretebilmesi,o kültürün gelişmişliğini gösteren birşeydir..bunu dünya üzerinde gösteren iki kültürden birisiyiz...güzel,köklü ve bu işi sadece sanat
adına yapan bir dernekte koro elemanıyım..arabamda dede efendinin şarkılarını dinliyorum..çocuklugumdan beri kulagımda olan osmanlı'yı dinliyorum..divan edebiyatım iyi oldugu için sözleri hissedebiliyorum..vs..müslüm mü..tatlı bir hatıra..sesini duydugum zaman yüzümde bir gülümseme oluşur...
adı çıkmıştır dokuza inmez sekize..aslında ondan daha feryat figan şarkılar yazan birçok insan maalasef "kaliteli " sınıfına girmiştir..ama gariban müslüm,isminden midir nedir bir türlü içe sindirilememiştir..oysa hem kibarlığı,hem insanlığı bütün o kalitelilerin üstündedir..bir dönemin en ünlü kadınına ,düştüğü batağın içindeyken bile prenses muamelesi yapacak kadar ölçülü,saygılı bir adam..sosyete ve medya, krolar padişahı,ahlaksızlık timsali ibonun peşinde koşup onu "sanatçı" yapmaya çalışırken müslüm baba kendi agırlıgıyla ,kendisine yapılan haksızlığı sindirmeye çalışır....
ve son olarak müslüm baba'yla ilgili ilginç bir anı..
vaktin birinde entellektüel bir aktivite yapıldı esma sultan yalısı'nda..leonardo'nun o ünlü "isa ve oniki havarileri" tablosunun canlandırılması vardı etkinliğin bir bölümünde...mankenlerle falan..ve isa rolünü veya pozunu oynaması için de müslüm baba'yı çağırmışlar..kimin neden aklına gelmişse..tablodaki görüntünün aynısı canlandırılıyor..isa rolünde ise takım elbiseyle müslüm baba...kareograf öyle buyurmuş..tabi bu bayagı bir konuşuldu..bu entellektüel ortama ve etkinliğe neden müslüm baba..başka adam yok muydu gibilerinden..televizyonda bunu izliyorum..spiker müslüm babayı yakalamış ve sorusunu soruyor:_efendim bu etkinlik hakkında ne düşünüyorsunuz?sizce bunun anlamı nedir?
evyah dedim içimden..amaç müslüm babayı küçük düşürmek..şimdi bu gak guk edecek ,iyice madara olacağız elaleme...fakat müslüm baba hem beni hem bütün entel camiayı susturacak şu cümleyi hiç takılmadan,ee ııı yapmadan gayet profesyonelce söyleyiverdi:
_bu etkinlik aslında leonardo da vinci'nin sanatının,dinler üzerinde evrensel bir yansımasıdır...

pek bi selam...kendine iyi bak...:)

Bir Gün Herkes Müslümcü Olacak.. demiştik, oldu..

hey gidinin deyip direkman basalım:

bir gün herkes müslümcü olacak (#3935525, 02.03.2004 13:15:18)

bilen bilir, yıllar öncesinden müjdelemiş olduğumuz bir konudur.. yurdumda
müslüm baba dinleyicilerinin jiletçi olarak tabir edildiği, genel olarak minibüsçü ve taksicilerden ibaret olduğu sanrılarının zirvelerde dolaştığı zamanlarda, bir genç (freko) babanın öğretisine ulaşmıştı nihayetinde.. kendisinin kronik floydian olduğunu bilenler onu ayıplamakta, "senin ne işin olur olm müslümle bilmemneyle" şeklinde makaraya sarmaktaydılar.. velhasıl dünya üstünde onu az ama öz insan anlamakta, destek vermekteydi beri yandan.. kendi öz ailesi tarafından reddedilme seviyesine gelen bu kişi, dağların üstünden dragoya seslenen rocky edasıyla bir gün büyük bir hırsla başlıkta geçen sloganı haykırdı..

aradan yıllar geçti.. müslüm baba çıktı,
asyanın eseri olmadı yarı asyaya beş basarak okudu, ve bu babanın müşriklere "gelin bana dönün" mesajlarının ilkiydi.. daha sonra bir gün müslüm gürses kral tivi ekranlarında bir arabanın içinde "saatim yok, tamolarakk bilememm" demeye başladı.. ve insanlar gördü ki müslüm baba, teomanın şarkısını ondan daha iyi yorumlamakta.. bu paramparça vaka-i hayriyesi, aynı albüm içinde ferda anıl yarkının unutulamaz şarkısı sonuna kadar ile devam etti.. ve bir kısım insan bu tarihte müslüme erdi.. hala müşrikler yokmu idi? tabi ki vardı, fakat aradan bikaç sene daha geçmişti..
ve bir gün sevgili babamızın meneceri sezen aksuyu arayarak müslüm babanın kendisinin bir eserini okumak istediğini, bu eseri kendisinin seçmesini istediğini ve telif ücretini hangi adrese yollamaları gerektiğini sorduğunu iletir.. sezen hanım ise tarkan ile görüşerek kendisine ikimizin yerine adlı eseri verebileceğini, telif ücretinin de 50.000 usd olduğunu bildirir.. müslüm baba hamiline 50.000 usdlik bir çeki aynı gün takdim eder ve birkaç gün sonra sezen aksu ve tarkanı şarkının kaydını dinleyip onay vermeleri üzere stüdyoya davet eder.. ilk defa müslüm gürsesten kendi eserini dinleyecek olan sezen aksu tedirgindir fakat daveti kabul edip tarkanı da alıp stüdyoya giderler.. şarkıyı dinledikten sonra da sezen hanım çantasından çeki çıkarıp yırtar ve üzerine gözyaşlarını sildikten sonra, "sizden telif ücreti istediğim için beni bağışlayın, bu eser ancak bukadar güzel okunabilirdi" der ve o da müslüm babanın müridleri kervanına adını yazdırır..

son olarak
neredesin firuze filminde babayı bülent ortaçgilden sensiz olmaz söylediğine şahit olduk.. pek yakında kendisinden bir de olmasa mektubun (edit: aldık bunu, oy oy oy oy) yorumu alacakmışız..

yakın bir gelecekte babayı
gürses carreras pavarotti üçlüsü şeklinde nessun dorma söylerken göreceğiz, pek yakında..

ee, ne oldu, hala müslüm sux diyenlerden misiniz?

long live müslüm baba, allah başımızdan eksik etmesin..
*******************
demişiz vaktiyle.. bugün, iki üç altta görebileceğiniz postta da okuyacağınız gibi, babamız aldı, yürüyor, yürüyecek.. şu ahir ömrümde babadan "nessun dorma" dinleyip de öyle ölelim diyor saygılarımı sunuyorum..

14 Nisan 2006

On An Island Tanıtım Partisi!


www.TahinPekmez.org ve www.Okeania.net
gururla sunar:

David Gilmour - On An Island
Tanıtım Partisi


yer ve zaman ile ilgili detaylar 18 Nisan 2006 saat 19:00'da bu sitede!

bizi izlemeye devam edin!

sabah uykusu..


yok böyle bi olay sayın tahinpekmezciler.. şu dünya üzerinde en gıpta ettiğim insanlar, sabah böyle zildi alarmdı bişi çalar çalmaz şak diye uyanıp kalkan insanlardır..

gece nekadar erken yatmış olursam olayım, artık yaş ilerledi diyemidir nedir, sabahları imkansıbıl geliyor kalkmak.. bi beş dakka daha muhabbeti her sabah saatle ölçülüyor, kıtı kıtına işe yetişiyorum ekseriyetle.. yatakla, yastıkla, yanında yatanla da ilgisi olan bi durum değil, çok çeşitli ortamlarda değişik denek gruplarıyla test ettim, ı-ıh..

öyle bi iş olsa ki, yatsak misal, böyle saat 11de kalksak insan gibi, duştu kahvaltıydı 12:30 evden çıkıp 13:00te işbaşı yapsak, saat 17:00 dedinmi de paydos edip, şöyle bi akşam üstü çayı içip sinemaydı, tiyatroydu dalgamıza baksak, insanca yaşasak..

of ulan be, of be..

13 Nisan 2006

deftones

deftones da geliyormus memleketime. 24 haziranda, yedikule zindanlarinda ki ben derim ki sadece the chauffeur yorumlarını dinlemek icin gidilir. ama bilemedim simdi, zindanin disinda dursak ses gelir mi? ama pek de guzel bi sarki yahuuu.

WhiteSnake - indirimli biletler bitti!


EchoesProduction'dan aldığımız habere göre, 50 ytlden satılan indirimli 1000 bilet suyunu çekti.. şu an kısa bi süre için normal biletleri 60 ytlden satıyorlar, yetişen alıyor..
elinizi çabuk tutun tahinpekmezciler, yoksa temmuz günü gittigidiyor benzeri bir yerden 60 papellik bileti 160a alırsınız, benden söylemesi..
çok kısıtlı sayıda bir takım kıyaklarımız olabilir demekle dememek arasında gidip geliyorum, en iyisi dememiş olayım:)

12 Nisan 2006

Aşk Tesadüfleri Sever..


Babalar üstüste patlatıyor bombaları..
önce David Gilmour 6 Mart'ta On An Island ile aklımızı aldı,
şimdi de 6 gün sonra Müslüm Gürses "Aşk Tesadüfleri Sever" (Björk - Bachelorette) adlı albümüyle cilasını yapacak..

Sezen Aksu ile bir düeti de barındıran 17 şarkılık albümde bir adet Tanju Okan - Kadınım ve bir de Alpay - Ayrılık Rüzgarı coveri bulunuyor..

Murathan Mungan'ın süpervizörlüğünde yapılan albümün içerdiği bazı diğer coverlar:
Leonard Cohen - Alexandra Leaving (İstanbul'a Elveda - Barış Pirhasan)
Rainbow - The Temple of the King (Affet - Tuna Kiremitçi)
Bob Dylan - Mr. Tambourine Man (Hayat Berbat - Ahmet Güntan)
David Bowie - I'm Deranged (Kış Oldum - Birhan Keskin)
Garbage - The World is Not Enough (Bir Ömür Yetmez - Mehmet Bilal)
Düzenlemeler: Burhan Bayar, Sunay Özgür, Atilla Özdemiroğlu, Hayko Çepkin..
Nirvana - Smells Like Teen Spirit için ise henüz izin gelmemiş, deli gibi bekliyoruz:)
Diyeceğim odur ki,
"bir gün herkes Müslümcü olacak!"
öngörümüz hızla gerçekleşmeye devam ediyor, edecek sayın tahinpekmezciler..
Bir de şahane sürpriz, albümün sponsoru kim?
Tabii kiiiiiiiii :

Yürrü be Müslüm Baba, kim tutar seni!!!!!


Arkadaşlar ahanda bu party'ye gelmek isteyen, benimde ismim guest list de olsun diyen herkes bana bir mesaj atsındır. Comment yazsındır.

Hoş Bir Reklam

http://84.40.3.164/

Kafayı açtın mı kapıyı açtın demektir


Dünyanın en istikrarlı ve faydalı koalisyonlarından biri tahin-pekmezdir. Lezzetlidir, doyurur, ısıtır, besler...
Sen de işte aynen tahin-pekmezin etkilerini kafada uyandıracak şeyleri kabul edeceksin bünyeye. Bu arada en iyi pekmez Gilmour üzümünden, en iyi tahin de Waters susamından yapılıyormuş. Tadan bilir ;)

Görsel unsurda da uyumu, paylaşımı ve sevgiyi anlatmak istedim siz tahinpekmez okuyucularına (iclal abla tebessümü)

11 Nisan 2006

my way..


frank sinatra'nın en bi koyan şarkısı belki de.. büyük ihtimalle babanın kastettiği yol böyle bişi değil, ama sonuçta istediği kadar dolambaçlı sanalım yolumuzu, beşikten kabire uzanan böyle bir düzlük aslında..

and now,
the end is near
and so i face
the final curtain
my friend,
i'll say it clear
i'll state my case
of which i'm certain
i've lived
a life that's full,
i've travelled each
and ev'ry highway
and more,
much more than this,
i did it my way..

unumu eledim eleği astım diyor baba, dokunmayın hasanıma gariptir diyor belki.. ya da bir karar vermiş verilmemesi gereken, son babalanışını yapıyor, yanlışına rağmen ayakta duruyor..

fakat çeneyi tutamıyor baba, günah çıkarıyor bi şekilde:

regrets,
i've had a few
but then again
too few to mention
i did
what i had to do,
and saw it through
without exemption
i planned
each chartered course,
each careful step
along the byway
and more,
much more than this,
i did it my way..

bir an için "evet bi bok yedim" dese de gene dönüyor baba bildiği vakar duruşuna, kıl aldırmıyor burnundan, ne de olsa küçük dağları o yaratmış, "ne yaptımsa bilerek yaptım" deme hallerinde, kafiye olsun diye değil.. gene de insan nihayetinde, dayanamıyor, patlıyor, "yanlışsam kendime yanlışım arkadaşım!" haykırışlarıyla, sanki bizi tırstıracak, aynı boku yemiyomuşuz gibi..

yes there were times
i'm sure you knew
when i bit off
more than i could chew
but through it all
when there was doubt
i ate it up
and spit it out
i faced it all
and i stood tall
and did it my way..

ve aynı sistem sıralanıyor sözler, sanki tanımadık, ama yemesek de gargara yapacaz şu saatten sonra, ne de olsa koskoca frank baba!

i've loved
i've laughed and cried
i've had my fill
my share of losing
and now
as tears subside,
i find it all
so amusing
to think
i did all that
and may i say,
not in a shy way
oh no,
oh no not me
i did it my way..

for what is a man
what has he got,
if not himself
then he has not
to say the things
he'd truly feels
and not the words
of one who kneels
the record shows
i took the blows
and did it
my way..

yes it was my way..


birebir imzamı atayım da tam olsun isterim, saygılarımla..

Beyaz Show'a gitarist istilasi! ! !

Merhaba dostlar. Beyaz Show çalışanlarının, admini olduğum siteye ( www.mygitar.com) ulaşarak bizden böyle bir talepleri olmuştur. 14 Nisan 2006 tarihinde canlı olarak yayinlanacak olan programa MFÖ katılacak. Tarihin erken olması yüzünden kontejan problemi yaşadık. ( 50 Profesyönel gitarist istediler...şuan sayımız 10 civarı.. ) Eğer yardım edebileceğinizi düşünüyorsanız, ek$i sözlükten, ( blackmore ) veya blackmore@mygitar.com adresinden bana ulaşabilirsiniz. Gelenlerden gitar çalabilmeleri istendi, sebebini tam bilmesem de bir süpriz olacağı yönünde düşüncelerim var. 3-5 akor da bilseniz, kapım açık buyrun gelin, benim gelip gelme dururum belli değil, İzmir'de saat 5 de sınava gireceğim, nasıl yetişeceğimi bilmiyorum açıkcası. Ama Istanbul'da mygitar moderatörü ve güvendiğim biri "organizatör" olarak orada olacak. Perşembe günü, veya Cuma sabahtan tüm detaylar açıklanacak ( Süpriz'in ne olduğu, ulaşım vs..)

Gelecek olanların İsim-Soyisim ve telefonu ile birlikte iletişimizi bekliyorum. Yanınızda gelenlerin de gitar çalabilitysi varsa harika olacak.

Öncelikle sevgi yumağı destekçim Freko'ya ve ardından tüm blog sakinlerine sevgilerimi saygılarımı iletirim..

güllerin içinden canım koşarak koşarak gel bana gel.. :)


blackmore@mygitar.com

lost şeysi..


seyredeni varmıdır aramızda bilmem, ben bir kardeş evi bayram sekansı sırasında hadiseyi birinci sezon + ikinci sezon dokuz bölüm şeklinde bünyeye indirdim, o gün bugündür de her hafta mal gibi p2p başında yeni bölümün inmesini izliyorum bayt bayt..

burada spoiler yapıp, ya da teoriler üretip kimseyi gerecek değilim, benim bakış açım biraz farklı hadiseye..

yazacaklarım arasında bi takım lostsal doneler var, ama bukadarını artık herkes biliyor, o yüzden spoilden sayılmaz, okuyabilirsiniz..

efem nedir lost hadisesi? uçak düşüyo, bazı elemanlar kurtuluyo, adaya çıkıyolar.. yemyeşil ortam, içme suyu var, hatch deyu bişi buluyolar sığınak hesabı, içinde aylarca yetecek yiyecek içecek yinmi yimenmi şeklinde duruyor, yetmiyo bi şekilde takviye geliyor.. ayrıca kazazede hatunlardan çamaşırcı teyze hariç bir tane ıskarta yok, sanırsın uçak fişın tivi defilesine ekip taşıyodu anasını satayım..

hal böyleyken, insan o adadan kurtulucam diye niye dertlenir anlamıyorum.. ulan herşey var işte, suyu pınardan içiyosun, ananas var mango var papaya var, başın ağrısa ilacın var, az kassan onca bitkiden illa fermente bişiler yaparsın kafayı da bulursun, e hatunlar ayna gibi, illa kör topal nasibine bişey düşer.. insan rabbinden daha belasını mı ister onu diyorum ben..

ha, neymiş, others diye bi yecüc mecüc taifesi varmış da onlar sakatmış bilmemne.. adamlar sanki başka dil konuşuyo hemşerim! ulan herkes ingilizce konuşuyo işte, iki gün artislik yapsalar alttan alırsın, üçüncü gün onlar da eşşekliklerini farkeder, onlar adanın bi yanında senin tayfa öte yanında, mis gibi yaşar gidersiniz.. birbirinizi göreceğiniz vakitler de anca bayramdı seyrandı ziyaret hesabı olur..

yok ama, elemanlar amerikalı ya, illa onları da dize getiricekler, bok var!

sözlerime, güzel bir türküyle son vermek istiyorum:

hepimiz kardeşizz
bu kavgaa ne diyee

saygılarımla

freko, ada sempatizanı

"org" bizim, "com" da bizim olsun mu?

siteyi açarken, tahinpekmez olsun dedik, gittik internic şeysine, sorduk, dedi "babacım şahane org var, tv var, biz var, info var taze, yapalım bi karışık ortaya?", "yok kardeş" dedim, "sen bize ordan bi org ver, varsa net ile com da ver yanına, yeşillik olsun"; dedi "ah be güzel abim, demin aldılar net ile com'u, ben şimdi sana org vereyim, bilahare bakarız, belki geri getirirler ben sana haber veririm"..

halihazırda gelen giden yok.. bizim sitenin com versiyonu, bizim gibi bir türlü açılamayan bir çöpçatanlık sitesi, ama paso update halinde, üç günün beşi kapalı.. net'i de almışlar amma bi faaliyet gözükmüyor..

alsak mı bu domainleri, yoksa www.tahinpekmez.org bize yeter de artar mı, bir görüş alsak diyorum..

10 Nisan 2006

Urban5 ve Biz

Bakınız güzide yan kominitemiz URBAN5 isimli yerde bizden bahsedilmiş...

http://urban5.com/?q=node/17004

Irgalanınız...

WhiteSnake biletleri satışa çıkıyor!


Echoes Production'dan edindiğimiz bilgiye göre, biletler 11 Nisan 2006 Salı günü, yani yarın satışta..

http://www.echoesproduction.com/site/Haber.asp?HID=55 linkinde detayını bulabileceğiniz haberi, Elinherifi'ne rağmen geçmenin hazzını yaşıyorum:)

ayrıyetten, bu konserin web sponsorluğuna adayız amma, ortada bi web yok, harıl harıl çalışıoz, buradan Echoes Production yetkililerine selam ederim..

Bülent'im Burgaç'ım..

bir acayip prodüksiyon adamı.. deli deli bakar böyle adamın gözünün içine, "lan olm biliyomusun kim geliyo" der, ve bombayı patlatıverir.. bugüne kadar ne dediyse oldu bu adamın, ya kendi yaptı ya da olacağını 2 sene önceden haber verdi.. evet, açıklıyorum, freko haberalma servisinin en güvenilir kaynağıdır kendisi..

bu güzide torun, evet torunumdur, bunu da açıklıyorum arada, geçen cuma bir başka canımız ciğerimiz Mehmet Tez ile bir röportac eylemiş, merak edenlere linkini verelim, aaa alıntı yapmışlar canlar diyen olmasın:

http://www.sabah.com.tr/cm/yaz1588-10340-101-20060407-103.html


Mehmet Tez kardeşime bu satırlardan selam ediyor, tahinpekmez.org hakkında nezaman isterse röportaja hazır olduğumu beyan ediyorum:)

hadi bakayım, tıklayalım güzelleşelim..

08 Nisan 2006

Göt Yalamak


Is yasantisinin dogasidir bu eylem.Kimileri yalar, kimileri yalamaz protesto eder.Kimi kariyer heyecani, kimi ibneligine yalar..
yalar da yalar..
Is hayatinda kariyer yapmak icin yalamak gerekir bazen..bazilari yalanmaktan,bazilari yalamaktan hoslanir..dondurma tadinda bir durum iste size..
Ya siz ?

07 Nisan 2006

532 2xx xx xx numaralar geyiği..

böyle bişi varidi eveli sene.. gazetelerde falan ilanlar çıkıyodu böyle afilli numarası olana 100.000 YTL -eheh bu da arada hakikat oldu bea- veriyorum lafları.. acep bundan ötürü arabayı sıfırlayan, har vurup harman savuran bencileyin 13 senedir türksell tarafından öpülen vatandaşlar varmıdır meraktayım..

hayır varsa bilelim, piyasası nedir, bilen bilir bizim numero da hiç fena değildir hani:)

komentleri görelim, neşemizi bulalım..

loser

cuma akşamı evde yalnız olmak loser lık değildir. kalkıp kendine yemek hazırlamaktan aciz olup yemek sitesinden karnınızı doyurmasını beklemek de loser lık değildir. aç aç beklerken yemeğin gelmesini, bişiler saçmalamak -ki vakit geçsin- ise hiç ama hiç loser lık değildir. ben loser değilim. babam bana loser alacak.

06 Nisan 2006

Çocuklukta Yabancı Müziğin Başlangıcı

Hangimiz çocukluk döneminde kendine gelip artık bu garip Türkçe melodileri dinlemekten vazgeçtiğini hatırlamaz.

Yıllar Yonca Evcimik`in patlama yaptığı Seden Gürel`in dallara kuş kondurduğu dönemlerdir. Servisle okula giden ve niyeyse o servise ilk binenlerdensinizdir. Yolculuğunuz gayet güzel ve kendi halinde geçerken bir anda ya radyodan yada servis şöförüne “Ersin ağbi B tarafını koyar mısın?” istekli kasetlerden başlar “Aboneyim abone”. Özel çekme yada el yapımı kasetse daha fenadır , çünkü bu şarkının arkasından Seyyal Tanerin en moda şarkıları , Aşkın Nur Yenginin şişeye üfleyip gemi sesi çıkardığı şarkılarla okula gidersiniz.
Siz okul bahçesine indiğinizde kurtuldum derken 80 li yılların elde taşınabilir teypli çocukları peydah olup açılacak en son seste Hakan Pekerin Hey Corc Versene Borc şarkısı çalıp dans etmektedirler.
Aklınızdan binbir türlü komplo teorisi geçmektedir. Çünkü o müziklerden hoşlanmıyorsunuzdur. Yaşınız 11 den 12 ye kayarken siz farklı olmak adına marjinal bir kararla artık Türkçe müzik dinlemekten vazgeçmişsinizdir.Çabuk mu büyüdünüz? Elbette hayır, çokmu akıllıydınız ? Aslında sorun şuydu artık mevcut durum sizi tatmin etmez olmuştu.
Peki ne olmuştu da sizi o dönemde müziğin tamda sizin yaşınıza uygun hale geldiği bir dönemde farklı mecralara taşımıştı. Herşey o dönem lise son sınıfta okuyan ağbinizin bir akşam sizin artık o dönemde sadece ilk özel televizyon kanalını izlerken “Sesini kıs bak ben ne getirdim.” Diyip stereo kaset çalara bir kaset koymasıyla başlar.
Konan kaset kapağı siyah üzerinde 4 tane adamın resmi bulunan değişik bişeydi ve çocuk olmanın verdiği öküzlükle direk “oen” “ne lan” diyivermiştik.
Ağbiden direk durumu özetleyen “öküz oen değil Queen O!!” sözleri bizi şaşırtmıştı , “o ne? Diye sorunca “kraliçe” yanıtı bizi daha bir garipleştirmişti. Çünkü o döneme kadar hayatındaki herşeyi kız erkek, sağ sol , küçük büyük, 0 1 gibi mantığa bürümüş bir kardeş olarak tümü erkeklerden oluşan bir müzik topluluğuna (yaşasın TRT) neden kız ismi konduğu merak konusuydu.
Müzik kasedi yavaştan dönmeye başlayınca ilk görüşte aşka olan inancın aynısı ile Bohemian Rhapsody başlar. Garip ötesi bir giriş ortasında patlama sonunda çan gongu ile bitiş. Bu kadar uzun bir parça ilk defa dinlenmiştir. Neydi bu? çocukluğun , yada artık ne deniyorsa dönemin adına geçiş tamamlanmıştı.
O günden sonra servis yolculuklarında acı içindesinizdir , çünkü gerçek bir bir müzikle tanışmışsınızdır. Sınıf müsameresinde bile seçildiğiniz dans grubunda bu şarkı gibi şarkıların çalınmasını arzulamaktasınızdır. Hayat sizin için artık daha farklıdır.

Takip eden zaman içinde başka değişikliklerde olmuştur, siz artık tv olarak o dönemde antenle bile çıkan MTV ve Teleon (o dönemde yabancı müzik veren tek Türk kanalı) izleyip , sizin gibi olan tek arkadaşınızla bu yılki müzik ödüllerinde kimlerin ödül alabileceğini tartışıp , headbangers ball isimli programdaki acaiplikleri görüp, beavis and buthead repliklerini ağbiden rica edip çevirmesini dilemekle geçti.
Sonuç olarak ileriki hayatınızda Yonca Evcimik `in Fan kitlesinin ne olduğu yada size etkisi bilinmez iken hiç değilse sizin dinlediğiniz bir çok müzik grubunun yada yabancı dilde söylenen şarkıların fan kitlesinin hala devam ettiğini bilmek bile size bir mutluluk verir. Günün birinde bir plaza kadını yada manager olduğunuzda bile playlistinizdeki şarkılar ile övünür , ufaktan çaldığınızda size gelip “sende Burhan Çaçan var mı?” gibi bir gereksizle uğraşmazsınız.

performans albümleri..


pek sevgili görlfromipanemamız, bir önceki postumuzdan tatmin olmayarak, önemli olanın performans esnasında çalacak full albümlerin ya da compilationların ne olması gerektiğini sorguladı..

ben bugüne değin partner floydian olsun olmasın Dark Side of The Moon'un hiçbir ters etkisini görmedim, bilakis, sanırsın adamlar düşünmüş de bu iş için yapmışlar.. girişi, gelişmesi, coşması, sigarası, şusu, busu derken bu güzide eser fonda çalar durur da şahlanır kolbaşının kıratı:)

tercihleri, requestleri bir görelim, sıkıntı olmasın diyorum noolur noolmaz.. bakınız yukarıda adamlar resmen damga vurmuşlar olaya, vay bee..

sevgiliyle ilk sevişme esnasında çalan şarkı..

kafayı müzikle kıran insanlar bilir bu duyguyu, hayatın her anında bir fon müziği vardır birşekilde.. kaldı ki, karşı cinsten bir insanla, sonu bi şekilde horizontal bitecek bir akşamda örneğin, müzik yoksa ne vardır merak ediyorum.. diyelim evdesiniz, muhabbet, rakı ya da şarap, şu bu; illa fonda birşeyler çalmakta olur..

ve fakat, benim kastettiğim, tam o an, yani yemek, içmek, muhabbet, ön sevişme, herbişey bitmiş, vakti keraat gelmiş, mercimeğin fırına verildiği andır! fonda açık kalmış televizyon, radyo, winamp gibi vasıtalar bu ana iştirak edecek soundu ekseriyetle random şekilde belirler.. işte bu random şarkı, isterse dokuzuncu senfoni isterse cibuti milli marşı olsun, o ilişki devam ettiği sürece tetikleyici vazife görür, en olmayacak yerlerde kulağa gelip çifti kıvama getirir..

kısa bir playlist yapacak olursak, ilk akla gelenler şöyle olabilir:

özcan deniz - amanın aman (fonda açık kalmış number one tv azizliği)
cameo - word up (winamp şafıl modu)
david cassidy - rock me baby (radyo şeysi)
pink floyd - us and them (tamamen çalışılmış bir pozisyon)

ha tabi, böyle tek şarkı yazıldı diye "aaaa bi şarkılık adammış frekoo" anlamı çıkmasın, o an çalan ilk şarkıdır akılda kalan, akıllı olalım:)

sanırım herkesin böyle bir detayı vardır hayatında.. komentlerde okuyacaz, öğrenecez, belki hatırladıkça biz de ekleyecez.. mamafi, "olası" veya "çalası" değil, bizzat tahinpekmez.org üyelerince yaşanmış dakikalara eşlik etmiş eserlerdir beklentimiz, hadi herkese kolay gelsin..

Urban5..



Helal olsun dedirten bir siteymiş.. daha önce ekşi sözlükte bannerini gördüğümde site yönetimini ayıplamıştım, bugün bunu koydunuz yarın porno site de koyarsınız demiştim amma kazın ayağı öyle değilmiş.. bugün bir linkten diğerine konarken kendimi bu sitede buluverdim.. vatandaş gayet efendi, hiç lafı dolandırmadan, al gülüm ver gülüm düzeni içinde bir site kurmuşlar, takılıyorlar.. özünde "bedava olmak" olarak adlandırdıkları bir aktivite sitesi.. ne yonja ne de 80630 gibi endirek değil direk lafa girilmiş, kasılmamış; alkışlıyorum yönetimini.. sitede tek bir reklam banneri dahi gözüme çarpmadı, sadece eşin dostun sitesinin bannerini komuşlar, arkadaş arkadaş takılıyolar..

buna benzer yaklaşımlarda, serzenişlerde olan dostları yönlendirmek boynumuzun borcudur:

http://www.urban5.com/?q=node/4121

05 Nisan 2006

Roger Waters ve WhiteSnake konserleri bilet fiyatları, üç beş serzenişe bir güzelleme..

efem, çeşitli medya organlarında insanlar ikiye bölünmüş durumda.. amman niye biletler şöyle fiyatmış da bilmemneymiş ohaymış falan..

hemmen senteze geçelim:

ilk 300 kişi için (500 dendi sonra 300e düştü) bilet fiyatı 300 kayme.. o hayvani alanda 3 sıra adam eder bu, hemi de ayakta, yani 4. sıradaki 83 ytllik yerden avantajı iki adım boyu, daha fazla değil.. sahneye yaklaştıkça kaybedilen görüş açısının dezavantajından bahsetmiyorum bile.. "lan racırdan başka ne görecez" diyen ibibikler için Roger Waters - In The Flesh Live tavsiye ediyorum çarçabuk..

kalanlar için, ki onbin küsür kişi bu, rakam 83 ytl ve kapıda 100 ytl.. amman da aman niye bukadar pahalıymış da, bilet nerden bulacakmışız da, öğrenciydi şuydu buydu nası seyredecekmiş roger abilerini.. bazıları da direk küsmüş, gitmiyomuşmuş protesto için, götümle gülüverdim..

ekşi sözlükte Chapar nickli ulu insan #9367546 numerolu bir entri yazmış konuyla alakalı, altına imza atasım var.. madem ki çok seviyosun, artık önümüzdeki 2 ay sigara mı içmezsin, cep telefonunla konuşmazmısın, iki haftasonu istiklalinden feragat mi edersin ne yaparsın bilemiyorum ama, alırsın biletini arkadaşım.. koskoca Roger Waters geliyo memlekete, ben dua ediyorum ki organizatörler "konsere girmek isteyen herkes bi kere bize verecek" demediler! ibne olmadığı halde orayı dolduracak gene bi 10bin koçyiğit çıkardı kesinkes..

dediğim gibi, koskoca Roger Waters bu, ve arkasında orkestrası, sesi, ışığı, devasa bir prodüksiyon işi, beleşe mi olacaktı, bunu yapan adam "aman necip halkımız on ytlye roger waters izleyebilsin" diye parayı cebinden mi harcayacaktı, nedir bu beleşçi zihniyet anlamıyorum, anlamadım, anlamayacağım..

atina biletlerine bakalım, 53 euro saha içi heryer, 106 euro viaypi.. e bizimki ile aynı nerdeyse, en yakınımızdaki ülke diye bunu alıvirdim.. ayrıyetten, Roger Waters ve çoğu sanatçı bilet satışından almaz parayı, sponsorlar bu işin bel kemiğidir.. yoksa, sponsor kabul etmeyen bir U2, REM falan gelsin de o vakit görelim bilet fiyatlarını, nasıl mecburen stadda yapılıyo izleyelim..

bundan yedi yıl mukaddem, hiç unutmam James Brown geldiydi de Beylerbeyi stadında konser verdiydi.. bilet fiyatları saha içi 19 milyon tl idi, ve ben o gün parasızlıktan bu konsere gidemedimdi.. bahsi geçen paranın, gerekli aritmetik hesapla bugün 100 ytl'ye denk geldiği de esefle görülmektedir.. Ha, o sahnedeki adam James Brown değil de Roger Waters olaydı, değil 19 milyon 100 milyon olaydı bilet, bittabi ki bir şekilde gidilecekti o kesin.. ama ogünki işsiz ciğerimiz, bi I feel good, bi Living in America için okadar parayı vermeye dayanamadıydı.. Roger gelsin Another Brick in The Wall Part I'in baslarını çalsın gitsin, tüm bilet paraları helal olsun!

laf uzadı, farkındayım, amma, bak çok severim efendi adamdır belki, ama bir Sting 95 YTL, bir Depeche Mode 95 YTL oluyorsa (aynı mekanda), ben hala 83 YTL'ye Roger Waters bileti aldığıma inanamamaktayım..

o yüzden, diyorum ki, yarın tüm floydianlar biletix başına! organizatörler de insan, para kazanacaklar ki bu işi yapmaya devam edecekler..


laf para kazanmaya gelmişken, bir de gözümüzün bebeği Echoes Production'un bugün açıkladığı bilet fiyatlarına bakalım:

bunlar da koskoca WhiteSnake, hemi de Parkorman'da, işte fiyatlar:

ilk 1000 bilet 50 YTL
Sahne önü biletler 100 YTL
VIP alanı (sahne karşınızda kaldığında sağdaki yenilen içilen bölüm) 125 YTL

(aha da link: http://www.echoesproduction.com/site/Haber.asp?HID=55)

Parkormanın istihap haddini gözönünde bulundurarak, Echoes Production'un hala şirketi hayriyeye çalıştığını görüyor ve kınıyorum.. tabi ki maksat millet sanatçı görsün, ama birşekilde bu işe gönül vermiş adamların bu işten para da kazanmaları lazım ki biz o sanatçıları görmeye devam edebilelim..

gene de helal olsun Echoes Production, ne diyim, tuttuğunuz altın olsun..


"Vay be, bukadar adam böyle kıçımızın kılı ağırdıktan sonra mı gelecekti" diyenlere de son söz:

olm biz kıçının kılı ağırmışlar yeni yetmelere oranla daha şanslıyız be.. bu gelen insanların yapıtları artık kanımızda alyuvar niyetine yüzüyor, böylesine bir dinginlik, rahatlık içindeyken sindire sindire görmek tiineyclere oranla çok daha keyifli, daha lezzetli..

Tüm kadayıflarla bu iki eventte görüşmek üzere, dört leventte bekliyorum, öperim


frekman rivoluşıns, kötü esprilerin adamı..

04 Nisan 2006

Nazar Etme Ne Olur..


hele bir resme tıklayınız, gözünüz gönlünüz açılsın a dostlar, kardaşlar, romalılar:)))

efem, hem sevincimi paylaşayım, hem de bir sample tadı yaşatayım blog sakinlerine, terbiyesizlik olarak addetmeyiniz:)
evinizin frekosu..

03 Nisan 2006

4 Metre Dev Perdede Manowar İzleyelim Zirvesi..


evvet nihayet yer ve zaman konusunda bi takım bilgilere sahibiz artık..

Tarih : 30 Nisan 2006, Pazar, saat 20:00
Yer : Studio Live!

Mekan işletmecisiyle birebir ve çok alkollü kafayla yapılan görüşmeler neticesinde, maksimum 100 kişi katılım beklediğimiz bu organizasyon için Studio Live'ın biçilmiş kaftan olacağı sonucuna vardık. İçki fiyatlarında da gerekli düzenlemeleri illaki yapıcaz ve buradan duyurucaz.. Şimdiden takvimlerinize ajandalarınıza bugünü karalayınız anacığım, sonra sıkıntı olmasın..
Rabbim sen utandırma, kocca Manowar, layıkıyla yapalım işallah!
ha, tabi ki babaların türkçe içeriğe sahip son dvdsi Hell on Earth IV ile şenlenicez, bunu da bildirmek lazım dedim..

02 Nisan 2006

Gençkan - çok süper

youtube.com'un dev hizmeti.. bunu bir izleyin arkadaşlar, kopmayana beş kutu gülme gazı yolluyoruz:)

http://youtube.com/watch?v=PgG3xjZz934&search=gen%C3%A7kan

BAŞLARINI OKŞAMAK YERİNE BİNBİR EZİYETLE ÖLDÜRÜLEN CANLAR İÇİN ......

Ankara eylemi için ayıracağınız zamanınız varsa lütfen okurmusunuz bunları.. İnsanlıktan bir damla nasibini almamışları protesto edebilirsek belki daha sonra olabilecekleri engelleyebiliriz..BELKİ.....Ama önce bişeyler yapmak lazım..Bu canlar bunu haketmiyor..

Yürüyüş ANKARA TANDOĞAN MERİT ALTINEL OTELİ önünde başlayacak..SAAT 13.00 de..

EN AZINDAN BU YAZILANLARA Bİ GÖZ ATARMISINIZ LÜTFEN....
http://www.kedigen.com/forum/viewtopic.php?t=22954&postdays=0&postorder=asc&start=105

Hayvan Barınaklarına Yardım Zirvesi - 6

BGD - Barınak Gönüllüleri Derneği tarafından düzenlenen ve tüm geliri hayvan barınaklarına yardım için kullanılacak gecede, hayvan dostlarını birarada görmeyi umuyoruz.

5 Nisan 2006 Çarşamba 21:00
JazzStop (Büyükparmakkapı Sokak 9/11 Beyoğlu)

Giriş Ücretsiz!


01 Nisan 2006

TÜRKİYE OMURİLİK FELÇLİLERİ DERNEĞİ : AKÜLÜ TEKERLEKLİ SANDALYE YARDIM KAMPANYASI

bugün tesadüfen gördüm bu kampanyayı... 3430 a BOŞ BİR MESAJ atarak 5 YTL katkıda bulunabiliyormuşuz... okudum paylaşayım dedim... gerekli bilgi ve referansları aşağıda vereceğim linkte okuyabilirsiniz...

http://www.akulusandalye.org/