08 Haziran 2006

Endekslere dayanamam Osman Aga!

Diskleymır: bu hikayede geçen olaylar tamamıyla gerçektir, bilen bilir.. töhmet altında bırakmamak için kimi isimler, yerler ve tarihler değiştirilmiştir, maksat gizem tribi olsun:)

Birinci bölüm: iyilik yap denize at demişler, ama ibneliğin ne lüzumu var?

Frekman kişisi, vatani görevini başkentimizin kırsalı sayılacak Mamak yöresinde ifa etmiş bir Türk gencidir.. acemilik aylarını muhafız bölüğünde, kendi hayat standartlarına göre cehennem sayılabilecek bir die hard ortamında yapsa da, usta askerliğini bildiği yabancı diller yüzü suyu hürmetine –komutanın çocuğuna İngilizce öğreticek hesapta- o garnizonda bulunabilecek en kebap yerde yapmıştır..

Bahsi geçen kebap yer, bir müfrezedir, ve sivillere verdiği hizmetler dolayısıyla para kazanmakta, bunları çeşitli fon, tahvil cart curt ortamlarında değerlendirmektedir.. bu vatani hizmet 99-2000 borsa patlamasına denk gelmiş, borsaperver komutanlar halihazırda bulunan borsacı akraba talükatından alınan tüyolar neticesinde mini servetler sahibi edilmiş, hatta tam zamanında borsadan çıkmaları sağlanarak maksimum kâr etmeleri sağlanmış, hele ki birinin altına hayal bile edemeyeceği bir araba bu paraların bir kısmıyla çekilmiştir..

Bilahare borsanın bombası bitmiş, kollar kesilmiş, geldiği varsayılan yabancı yatırımcılar kârlarını realize edip inlerine çekilmiş, ortalık savaş sonrası bir süt limanlıkta seyretmekte, frekman kişisi de –yapan bilir- son günlerini nasıl olsa da bir şekilde kitabına uydursa diye fellik fellik gezinmektedir..

Acemiliğin kendisine hediyesi olan bel ağrıları imdada yetişir: usta askerliği boyunca bir kahvehane iskemlesini bürosit etmiş de sabah akşam bilgisayar başında kâh rapor yazmış kâh oyun oynamış kâh porno izlemiş bünye, en sonunda bazı omurlardan iflas etmeye başlamış, ağrılar dayanılmaz bir hal almıştır.. normal eratın muayene edildiği hastaneye gider, kaydını yaptırır, ortopedist üsteğmene muayene olur; daha önce edindiği tüyolara göre, sol bacağı kaldırılıp, geriye doğru esnetildiğinde komutanın “ağrıyo mu” sorusuna “hayır komutanım!” diye cevap verecek, fakat o esnada gözünden bir damla yaşı acıya dayanmakta zorlanıyormuşcasına salacaktır..

Numara tutar, Gata’ya sevk alınır, hoplaya zıplaya taksiyle Gata’ya gidilir, beklenen kuyruğun nihayet sonu gelir de bir de ne görsün frekocuk? Randevu defterinde kendisine gösterilen tarih teskeresinden üç ay sonrasını işaret etmektedir! O anda dünyanın en kibar adamı haline bürünen onbaşı frekman, sabah beri bir dünya andavallıyla uğraşmış sivil memureye bulsa bir demet papatya uzatacak bir yüz ifadesiyle, “hanımefendi, ben bu problemi vatani görevim sırasında edindim. Ordunun bir şekilde mensubu iken ortadoğu ve balkanların en önemli tıp kurumunda varolan muayene hakkımı kullanmak istiyorum, lütfen yardımcı olurmusunuz” gibi bir cümleyi, kendi kendine şaşırarak kurmayı başarır.. bu incelik karşısında kadıncağız ufak bir kalem oyunuyla dört gün sonrasına randevuyu verir, arada şafağı zaten kapkaranlık olan bir astsubay cuma günü geldiğinde manyetik rezonans (mr) yerine babayı alacak, bir yanlışlık olduğu söylenerek gönderilip mayısta dönmesi rica edilecektir..

Kızlar bilmez açıklayalım, dört gün askerlikte dört aya tekabül edebilen bir vakittir, ama yine de sayılı gündür, ağır da olsa geçiverir, malum gün gelir çatar, Gata’ya varılır, göt açık hasta kıyafeti giyilerek mr mezarına diri diri girilir, takribi 45 dakika kadar ziv ziv von von sesler akan burna rağmen hareketsiz dinlenir, “haftaya gel kardeşim” diyen sivilde bir mrcıda çalışmış onbaşıya iki dal marlboro bırakılır, geri dönülür.. hafta geçer bir şekilde, sonuç alınır, ilk muayeneyi yapan üsteğmene götürülür, çift yıldız gözlüklü paşa “hmmm fıtık başlangıcı yazmış komutanım, sana on gün yatak istirahati veriyorum” diyiverir, lakin frekocuğun önünde teskereye sadece 14 gün kalmıştır..

- komutanım, şu 10 günü 14 yapsanız da, ben teskereyi alsam gitsem?
- Kardeşim eskidendi o, şimdi 10 günün üzerine yedi imza gerekiyor, onu alana kadar senin teskere değil sefer görev bile biter, sen iyisi mi git on gün yat keyif yap, sonra da dön evine paşa paşa..
- Emredersiniz komutanım!

Tabi ki durum frekoyu kesmemiş, mesai saati bitmeden komutanları yakalarım gazıyla kışlaya taksiyle dönülerek –ulus / Mamak ciddi rakam yazar, bilen bilir-, çıkmak üzere olan komutanın önünde esas duruşa geçilmiş ve rapor arzedilmiştir:

- hmmm, freko onbaşı, senin teskereye kaç gün var?
- Ondört gün komutanım! (bunları hep caps yazmak lazım aslında eheheh)
- Hadi ya, keşke dört gün sonra gideydin şu raporu almaya..
- Neden komutanım?
- E ne güzel, verirdik teskereni giderdin, şimdi seni evine yollayacağım ama mecbur dönüp 4 gün daha askerlik yapacaksın..
- Emredersiniz komutanım! Sağol komutanım!

“son dört gün geleceksin” diyen komutanın adı Osman’dır, freko bu adamı doğru yerde borsaya sokup doğru yerden çıkarmış, parayı cukkalatıp bir de altına araba çekmiştir, fakat Osman frekoya dört gün yolu çok görmüştür! Öyle büyük ibneliktir ki bu, sözle anlatılamaz, çünkü gelip askerlik yapılacak son dört gün kurban bayramına isabet etmektedir! İzin belgeleri ışık hızıyla hazırlanır, freko İstanbul’a gider, on gün sonra teslim olur, o dört gün dört asır uzunluğunda sürer ve hatta üç tahinpekmez dolduracak hadise bu son günlerde yaşanır, doğan güneş nihayet doğar, freko hür bir insan olan Ankara’ya mümkün olduğu kadar az gelmeye yemin eder, bu sefer otobüse atlar dönüşü sindirmek için, evine gidiverir..
***

ikinci bölüm: alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

sivil günlerinin ikinci ayında freko iş bulur bir şekilde, bir menkul değerler şirketine kapağı atar.. müdürlerle, personelle tanıştıktan sonra canlı seans müşterileriyle tanıştırılır.. işte bu bilmemkim abi, bu bilmemne abla falan münferit oyuncularla tanıştıktan sonra, grup odaları gezdirilmeye başlanır; bunlar hedesancılar, bunlar apaçiteknikçiler, derken, son grupla tanışıverir: Zartsancılar!

Zartsancıların arasında eskiden tanıdığı çıkan bir de müşteri olunca, detaya girilir.. “işte frekocum, bizim tahta bu, kağıdı şuralardan aldık buralara getirdik, şimdi bu seviyelerde kısmetse birilerine çakıcaz çıkıcaz, işin kıssadan hissesi budur”

Odadan bir çay almak bahanesiyle çıkıldığı an, cep telefonu çalıverir.. kimin aradığına bakmaksızın, dealer hatunu süzerekten telefonu açıverir freko:

- alo, buyrun?
- Ooo freko onbaşım, numaramızı ne çabuk unuttun, ben binbaşı Osman!
- Ooo komutanım bu ne şeref, nasılsınız, hane efradı nasıl, müfreze nasıl?
- Hepsi iyiler frekocum, sen nasılsın, iş bulabildin mi?
- Buldum komutanım tam da sizlik iş, bugün başladım, çakar menkul değerlerde dealerim artık!
- Ne diyosun! Bütün tüyoları senden alacağız artık desene?
- (lan daha önce kimden alıyodun ki) eheh evet komutanım, allahın izniyle yapıcaz bişeyler
- ee de bakalım kağıt var mı?

İşte bu son satırdaki replik bir anda eko yapar, gain kazanır, böyle vadilerde çınlıyormuşcasına

“kağıt var mı.. var mı.. mı.. ıı..”

sanki zaman duruvermiştir.. birden Zartsancılardan bir abinin söyledikleri akla geliverir:

“kağıdı şuralardan aldık buralara getirdik, şimdi bu seviyelerde kısmetse birilerine çakıcaz çıkıcaz, işin kıssadan hissesi budur”

ampul yanmıştır işte, dört günün intikam saati gelmiştir! Hemen Nicholai Hel’in yeşil çayırından telefona geri dönülür, ve:

- olmaz mı komutanım, kralı var hem de, Zartsan!
- Yapma yahu, yürür mü diyosun, baya değerlendi o kağıt?
- Komutanım burada tahtayı yapanlarla tanıştım, daha yüzde üçyüzü dörtyüzü var diyorlar, sahipli tahta..
- Dur dur az bekle (öbür telefondan) alo ben binbaşı Osman, evet hanım kızım, zartsana bakalım hele, evet, ne kadar? 8000 lot mu? Al hepsini! (geri döner) aldım frekocum..
- Hayırlı uğurlu olsun komutanım, bu sefer mersedes çekicez altınıza
- Ehehe yok canım daha neler, %50 getirsin yeter eheheheh
- Tamam komutanım, hayırlı olsun
- Sağolasın frekocum, ararım ben seni gene, yeni işin hayırlı olsun

Bu sırada Zartsancıların odasından zafer çığlıkları yükselmekte, “çak baba çak çak”lar duyulmakta, herkesi akşam ocakbaşına götüreceklerini haykırmaktadırlar.. freko odaya girer:

- abi alan hede menkul değerler mi?
- evet, sen nerden biliyosun?
- ben aldırdım abi, eski komutana güzellik yaptım ehehe
- koçumuzsun freko, aslansın, kaplansın!
- o sizin güzelliğiniz abilerim benim..

işte böyle a dostlar.. sivil hayatındaki ilk işine bazılarının “vay şerefsiz” diyebilecekleri bir aksiyonla başlayan freko, ilahi adaleti bizzat yaşamış olduğuna şükreden bir kimse olarak o seans odasının başına geçmiş, o günden sonra da kimseye hiçbir mal çakmamışlığı, bilakis çoğu krizde gariban müşterilerine otomatik kol kestirerek –yani sormadan mallarını satarak- baba dealer olarak nam salmıştır..

Osman aganın Zartsanları tabi ki duvar kağıdı olmuştur.. ileriki bir yıl boyunca daimi düşmekte olan zartsan kağıtları komutana “paçal yapalım, maliyet düşürelim” geyiğiyle toplatılmış, en son noktada hem yeni arabası hem de eskisi sattırılmak durumuna getirilmiş, ooooh denmiş suyundan da konmuştur..

bu hikaye emin olunuz ki gayet tıraşlanmış, elden geldiğince kısa kesilmiştir.. fakat kıssadan hisse,

bir: frekoyla uğraşan taş olur, olmuştur, olacaktır
iki: siz siz olun askere yamuk yapmayın, elbet zararını görürsünüz
üç: her kim ki size borsa da kağıt tavsiye ediyor, o adam babanızın oğlu değilse size geçirmeye çalışıyordur, bilesiniz..

Kalın sağlıcakla

Freko, dünyayı kurtaran adam..

2 yorum:

  1. walla aklıma takılan soru şudur...

    sana danışarak alınan kağıdın durumunun düşmesi sonucunda yine cep telin çalmamışmıdır ? , hayırdır freko kardeş ne iş? niye düşüyo bunlar? diye sorulmamışmıdır?

    Yoksa bu soruların yanıtları nelerdir??

    Son dakikada hinlik yapmaya çalışan kuturkutur...

    YanıtlaSil
  2. efem hiçbir dealer tüyosunu garanti etmez, çünkü herkes bilir ki, o tüyo garanti olsa adam sana söyleyeceğine kendisi alır, böyledir bu işler:)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.