09 Haziran 2006

Çizgi film tadı vermeyen 10 Anime special edition for frackman-Devam

Nefis insan frackman kişisini boncuk gözlerin ve pileli eteklerin dünyasına çekmek için başlayan yazı dizimiz devam ediyor.

Başlamadan önce bir kaç not düşmekte fayda var efendim. Öncelikle, bu liste diğerlerinin aksine (bakınız mayıs yazıları by galewolf kişisi) sıralama amacı gütmemektedir, bu yüzden aslında listenin tepesinde olması gereken iki muhteşem Shinichiro Watanabe anime'i 7 ve 6 numaradadır. Watanabe ismini "ciddi" anime izleyenlerin hepsi öyle ya da böyle duymuştur. Az sayıda kült olmuş anime'in yönetmenliğini ve prodüktörlüğünü yapmış bu muhteşem şahıs için biraz da çekinerek de olsa türün Akira Kurosawası diyebilirim. Zira karakterleri detaylandırışı, mekanları ve atmosferi işleyişi aynı anda hem büyük yönetmene çok benzer hem de bir çok yerde önemli farklılıklar gösterir. Çalıştığı çizim, animasyon ve seslendirme kadrosu her zaman için en iyilerden oluştuğu için dönemin eserleri için her zaman bir mihenk taşıdır. 1998-2000 arasındaki dönemde ortaya çıkan tüm anime'ler Cowboy Bebop ile karşılaştırılırken 2004 ve sonrası da Samurai Champloo ile değerlendirilir. Bu isimler size yabancı geliyorsa belki de Animatrix antolojisi dahilindeki A Dedective Tale ve Kids Story kısa animasyonlarından belki hatırlayabilirsiniz bahsi geçen yönetmeni.

Sonuç olarak sadece iyi anime'ler yapan bir yönetmen\prodüktör değil aynı zamanda türün gelişimi ve ilerlemesi için de önemi olan bir "mimardır". Evet, derinlerde bir yerde kendisi ile çalışma hayali ile yanıp tutuşan bir galewolf vardır, hatta yüksek lisansını gidebilirse Japonyada yaparken gerekirse Watanabenin kapısının önünde nöbet bile tutacaktır bu kişi. Öhüm, neyse biz işimize bakalım efendim:

7-Cowboy Bebop: Çok şey yazılabilir; Cowboy Bebop ya da anadilindeki adıyla Kaûbai Bibappu hakkında, hatta yazılmalıdır da. Bir çok görsel sanat dalı gibi anime'ler de göreceli "güzellik" kavramına sahiptir (buradaki görecelilik kavramı dışkısını bir kaba koyup sanat eseri diye yutturmaya çalışanların anladığı türden bir görecelilik değildir elbette, ille de bakacağız diyorsanız adres de mevcut efendim: www.pieromanoni.org). Kimi anime için "senaryosu muhteşem ama çizimleri yetersiz" denebilir ya da "müzikleri muhteşem ama seslendirme biraz daha iyi olabilirmiş" diye yakınan gözlüklü, sivilceli bir nerd bulmak zor değildir (bu arada pek naçizane blog kadınlarına bir uyarı, kim ola ki "ya bir anime var, tam senin beğeneceğin türden" diye yanaşıp bunları cd'lere çekip size hediye etmek istiyordur, biliniz ki kendisi fena derecede hastanızdır). Ama Cowboy Bebop için olumsuz yorum yapacak insan da bulmak inanın çok zordur.

Her bilinçli anime izleyicisi (dikkat ediniz, anime'ci değil anime izleyicisi) erişelebilir mesafede CB cd\dvd'leri bulundurmalıdır ki "çizgi film ile anime arasındaki fark nedir" şeklinde bir soru geldiğinde kendisine yüzünde bilirkişi ifadesiyle bunları uzatıp gerisini zamana bırakabilir. Hatta daha da iddialı konuşmam gerekirse, Cowboy Bebop izleyip hâlâ "çizgi film kardeşim bunlar" diyen çıkarsa Dogma 95 izleyicisidir, pokemondur.

Cowboy Bebop ile ilgili sıkıcı teknik detaylar, senaryo özeti gibi şeyler vermek cidden istemiyorum, zira birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan karaktere sahip eski bir mafya üyesi, eski polis, geçmişi çok bulanık bir kumarbaz kadın, sinir bozucu ve kız olduğunu uzun süre anlamakta güçlük çekebileceğiniz bir hacker ve en önemlisi bütün bu delilerin arasında belki de en "akıllı" olan bir köpeğin günümüz dünyasına neredeyse siniz bozucu derecede benzeyen bir gelecekte geçen maceraları desem kim ne kadar anlayabilir ki aslında olup bitenleri? Bu yüzden Cowboy Bebop hakkındaki kişisel görüşlerimden oluşan bir liste ile devam edeceğim. Tamamen rastalntısal düşüncelerden oluştuğu için konu birliği beklemeyiniz efendim:


-Kanımca bundan 50-100 yıl sonrası için gayet kabul edilebilir bir yaşam tarzı önermektedir, evet insanlar Marsta hatta Jüpiterde yaşamakta, uzay gemilerine binip gezegenler arası ödül avcılığı yapmaktadır ama hala ata yadigarı altı patlar Smith Wesson'lar konuşmakta ya da günümüzdeki "antikacılar" gibi gelecekte Beta Max kaset toplayanlar mevcuttur. Kısacası biz nasıl 50 yıl öncesinin insanlarından çok da farklı yaşamıyorsak (ellilerde çekilmiş bilimkurgu film ve dizilerine bakıp şu andaki halimiz ile karşılaştırmak yeterlidir, içinizde henüz uçan arabaya binen oldu mu ya da ışınlanan?) onlar da bizim hayat tarzımıdan çok uzaklara gidememiştir. Gettolarda yine günümüz dışlanmış halkları (Araplar, Çinliler hatta Türkler) yaşamakta, zenginler ise sürekli kopan savaşlardan, mafya hesaplaşmalarından uzakta rahat "uydu"larında keyiflerini sürmektedir. Çürümüş politikacılar, hırsızlar ve katiller her köşe başınını tutmuştur. Bu yüzden seviyorum Cowboy Bebop'ı en az bizimkisi kadar ne idüğü belirsiz bir hilkat garibeleri çağında kendi hikayesini anlatmaktan başka bir derdi olmayan, mesaj kaygısızken insanı mesaja boğan bir seri olması ile.

-Dizide kimse masum değildir, ancak nefret etmeyeceğiniz derecede kendilerini affetirmeye çalışmaktadırlar. Spike'ın karanlık geçmişi bir türlü yakasını bırakmaz, oysa onun tek derdi "biberli et" yemeğinde bir gün için de olsa "et" olmasıdır. Jet eski bir polistir, belki de en dürüstünden ama içinde bulunduğu devirde fazlasıyla inatçı olmak insana çok şeye mal olabilir. Ed evet rahatsız edicidir, kafasını bilgisayarın başından kaldırmaz ama babasını tanıyınca (bu arada Ed'in babasının adının AfedersinizHesapLütfen olduğu bir şehir miti değil bizatihi gerçektir, aslı ise hala meçhuldür. bir gün Watanabe usta ile tanışırsam soracağım aslını astarını müsterih olunuz), Faye ise düpedüz bencil, herhangi bir "vicdani" ağırlığı olmayan bir kadındır. Çoğu tartışmayı "kadınlar işte ne yaparsın" diyerek sonlandırır ve kendisini ortama zorla kabul ettirmede üstüne yoktur. Zavallı Ein ise sadece bir köpektir, itilip kakılır, tıpkı kaybedene kadar değerini anlayamadığımız şeyler gibidir ama yine de ara sıra insan zekasına yakın zekaya sahip bir köpek değil de sadece bir köpek olduğunu bilen Ed tarafından bol bol sevilir. Kurosawa benzerliği mi demiştik? Hiçbir karakteri tam olarak tanıyamaz ama yine de sanki çok yakın arkadaşlarınızmış gibi hangi durumda ne yapabileceklerini -az çok- kestirebilirsiniz.

-Günümüz dizi ya da filmleri genelde bir kaç kişi üzerine kuruludur. Yağlı çene Ben Affleck eğer bir filmde oynuyorsa emin oluruz ki kendisine gerdanının gözükmediği onlarca yakın plan çekim ayarlamıştır. Ya da biz dizi çekilir bütün olaylar aynı kişilerin etrafında aynı mekanda döner. Cowboy Bebop ise iyisinden kötüsüne envai çeşit karakter ile doludur. Abdül Hakim ismindeki 2 metre boyundaki bir zenci ödül avcısı, otomatik silahların dünyasında hala kılıç kullanan ve "kötü adam" kavramına yeni boyutlar getiren Vicious, akıllara zarar (ve sağlam bir Greenpeace\Peta taşlaması olan) bio teröristler, Faye'in geçmişini hmm nasıl desem "yaratan" bir doktor ve kumpas çetesi, Betamax kasetleri deli gibi seven bir gelecek "nerd"ü ve daha niceleri. Ekranda on saniyeden fazla kalan her karakterin en azından üzerinde spekülasyon yapılabilecek bir geçmişi, alışkanlıkları ve kişiliği vardır. İnsanlar sadece asıl karakterine başına ne derece büyük bir tehlike geleceğinin gösterilmesi için yok yere havaya uçurulmaz.

-Müzikler, Cowboy Bebop onlarsız kesinlikle düşünülemez! Watanabenin Jazz teması üzerine kurduğu "soundtrack" dizinin ruhu ile başa baş gitmektedir. Düzensiz ve bağlantısız gibi gözüken ama aslında bir ritm bütünü olan 27 bölüm söz konusudur. Benim gibi bir jazz sevmez için bile büyüleyici müziklere sahip olduğu gibi değişik bir blues karışımı (müzik bilgim gayet sınırlı olduğundan böyle muğlak konuşuyorum yoksa vardır bir adı bu türün de) parçalar da çeşitli yerlere sıkıştırılmıştır.

-Spike'ın bitip tükenmek bilmeyen "cool" duruşu. Bir insan ateş altındayken, yanı başında bir biyolojik silah patlayacakken ya da asla çıkamayacağı bir delikte kısılıyken bile mi paniklemez, tedirgin olmaz kardeşim? Ayrıca retro zevklerin insanıdır, daha önceki bir blog entrysinde belirttiğim gibi saçma sapan bir giyim tarzı vardır ama yine de "jilet" gibidir. Bruce Lee hayranı olmasının yanında çok iyi bir Jet-Kun-Do ustasıdır. Ha yeri geldiğinde (bakınız knocking on heavens door) Türk usülü kafayı koymasını da bilir. Sağlam delikanlıdır, "indir o eli" tavrına ihtiyacı olmadan "soğuk" şakalar ile en karman çorman ortamda bile bir sakinlik alanı yaratabilir. Kadınlar konusunda gayet romantiktir, tek aşkı olduğunu varsaydığımız Julia ve son bölümde biraz da olsa su yüzüne çıkan Faye ile olan "ilişkisi" haricinde genelde kendisine asılan kadınlara bile şövalyemsi tavırlarla yol gösterir. Daima "aç" olduğu tek şey ise yemektir. Watanabe'nin iki serisinde de kullandığı bu "ajlık" teması inanın bir kere alıştınız mı her türlü dizide\filmde arayacağınız bir şey haline geliyor açıkcası. Elbette unutulmaz bir Spike-Jet dialoğu eklemeden olmaz: Jet: Her zaman ne kadar kötü yemek yaptığımdan bahsediyorsun ama hiç de yememezlik ettiğini görmedim. Spike: Açlık en iyi baharattır.

-Anlamak isteyene bir dolu "felsefi" söylem içerir. Hayır Matrix 2 tarzı "lö artê" söylemler ya da sırf kafa karıştırmış olmak için sarf edilen saçmalıklar değildir, çoğu zaman gündelik olayların tetiklediği ama genelde büyük "resme" hitab eden, asla mesaj vermiş olmak için edilmemiş sözler ve davranışlar topluluğudur.

Bendenizin en sevdiği ve haklılığına gönülden katıldığı "quote":







"Women don't work on reason"...

3 yorum:

  1. o diil de, ben şimdi illa gün gelecek bu konuda doktora yapmış galewolf kişisinden belli dersler alarak konuya ilişkin şeker kız candy kadar olan bilgimi derinleştireceğim; ama o gün gelene kadar bir şeyin aydınlatılmasını isterim: aşağıda linkini verdiğim anime hangisidir, nedir, adamlar tam olarak ne demek istemektedir, japonlar bize üstü kapalı bir mesaj mı veriyorlar, aydınlatınız bitte..

    http://rapidshare.de/files/1162559/anass___.avi.html

    not: 10 kere üstüste seyredilmesi elzemdir:)

    YanıtlaSil
  2. Geçen gün "merhaba biz kaliforniya üniversitesi gereksiz işler bölümünde geliyoruz, ders vermenizi rica edecektik bazı konular hakkında" dediler, örselenmiş hissettim kendimi. O linkteki "anime" için diyebileceğim çok şey yok, Japonlar da bizim gibi geleneklerine bağlı millet ağbi gibi bir kurtarma atışı denesem? :)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.