19 Haziran 2006

roger waters'i beklerken..

beyni kurtların yediği bir gecenin sıcağında, olanca müslümanlığımla bağırasım geliyor "jesus jesus what's it all about!" deyu.. susuyorum, o geliyor, biliyorum, dayanmak lazım şunun şurasında yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz ve o akşam bir daha yatarmıyız, yatar da kalkarmıyız meçhul..

hoş, nick mason beyan etmiş "ben bu grubun henry kissinger'ı oldum, illa ki bi araya getiricem, anything is possible" buyurmuş, bir de bu çıktı başımıza, yaşamak için bir sebep daha..

"i had a dream,
i had a dream.."

"and hold on to the dream!"

gerçek olsa ya bu hayal, birarada görebilsek babaları, yaş kemale ermiş hem onların hem benim, rabbim onlarınkini uzun etsin ama biyolojik gerçekler şimdilik karacaahmetten yana çalıyor plağı.. rahmetli özal sağken ve henüz internet email falan icat edilmemişken şahane bi fikir gelmişti o körpe aklıma, dedimdi getirsek babaları, atatürk barajının açılışında kosak baraj dibinde konser verdirsek, out side the wall çalarken de açsak musluğu devreye soksak.. ben fikri özala iletesiye özal öldü, babalara iletmekse hiç nasip olmadı..

"take heed to the dream.."

yıllarımız konser albümleri çıktığında "aaaa babalar konser vermiş ühühü" demekle geçti, çünkü güzide basınımız hiçbir zaman demezdi "roger şurda konser veriyo, kontrasına pulse konserleri yapılıyo orda burda" diye, işleri güçleri medyum ketoydu, memişti, ha bi de bişi daha vardı, o ilk aidsli herif, murtimiydi neydi, öyle bişeyler..

ilk koyduğu plak "dark side of the moon" olmuş çocuğun, yaş ya üç ya dört; ilk the wall'u teyzesi hediye etmiş, senesine filmini getirmiş -kendi almanyada seyrettiydi quadrofonik, allahsız- aklını almış biçarenin daha onbir yaşında.. velhasıl o da yaşıtları gibi gün gelmiş big in japan dinlemiş, part time lover ile paten kayanlara karışmış vardı öyle bi mekan talimhanede eskiler hatırlar, bi yapımcının çocuğu olan rockwell efendinin knife'ı eşliğinde kestiğimiz kızı dansa kaldırmışız yazlığın diskosunda, ve hatta böyle bi güzellik vardı yazlık diskolarda, yarım saat hızlı yarım saat slow çalarlardı da gençlerin teni tenine değerdi, ne internet ne msn, kendi yağınla kavrulduğun günlerden bahsediyorum..

"did they expect us to treat them with any respect?"

ve tabi tüm bu zamanlarda dinlenen pink floyd albümleri günden güne daha çok kepek yapmaya, öbürlerini merak etmeye itti.. eskilerden bir abimizin pink floyd kitabında dördüncü baskısı dahil öldü süsü verdiği syd barrett'a amcası ölmüş gibi üzüldük içten içe, sonradan kafayı kırdığını ama gene de yaşadığını öğrendiğimizde sevindik falan.. bir gün animals'ı keşfettik, diğer gün obscured by the clouds'u, kasetler eskidi yenilerini aldık, sonra cd teknolojisi yetişti imdada, eskimedi onlar, akşam sabah dinledik, bu sefer player eskittik..
"there's a kid who had a big hallucination
making love to girls in magazines
he wonders if you're sleeping with your new found faith
could anybody love him
or is it just a crazy dream?"
arada aha şu an dinlemekte olduğumuz albüm yüzünden küstüler babalar birbirine, yani bildiğin himalayalar alplere küstü, olan aradaki bizlere oldu, elin adamının kaprisini dert edindik kendimize, yok efem roger saplanmış kalmış bi yerde, çıkamamış, öbürküler "hacım sound değiştirelim, biz hep öyle yaparız dedik dinletemedik" demişler de bilmemne.. fetret devri çabuk sona erdi de bu sefer birbirlerine nazire yaparcasına baba albümlerle devam ettiler işe, taa bu günlere geldik işte..
"oi' where's the fucking bar john!"
bu sene başımıydı, geçen sene sonumuydu bilemiyorum, bir dostumuz var kendisi dörtten de fazla göze sahiptir, getirdi gaza, yolladı gilmour konserine, sonra bombayı patlattı:"roger waters istanbula geliyor!".. aynı takvim yılında her iki uluyu görmek son birkaç on yılda herkese nasip olan cinsten bir mucize değildi, inanılacak gibi değildi ama işte biletler, işte kuruçeşme, haldır haldır çalışıyor adamlar o muhteşem sahneyi kurabilmek için..
daha kaç paket sigara tüketeceğim kimbilir önümüzdeki 45 saat boyunca, ve hatta bir gilmour (yanında wright ile birlikte) vakasını deplasmanda atlatmış şu yaşlı ve bol tansiyonlu kalbim böyle bir greatest gig in the sky'ı daha kaldırabilecek mi, şüphe içindeyim.. hamburga gitmeden önce, giderken ve gittikten sonra da böyleydik, uyuyamamıştık, ve gene uyuyamıyoruz ya rab!
"two suns in the sunset,
hmmmmmmmmm
could be the human race is run?"
geldim gaza, yazdım bunu, an itibariyle uçasım, enginlere sığmayasım var,
but i got nowhere to fly to..

1 yorum:

  1. yazarız babam nedir, hasbel kader elimizden gelen bişi işte, yeter ki sen iste..

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.