22 Haziran 2006

roger waters'in ardından..


çok şükür ki adımız samuel soyadımız beckett değil (keşke olaydı lan düdük demeyin, okuyun), iki üç post evvel "beklerken" dediğimiz posttan sonra "ardından" yazmak nasip oluyor..

yani şu an "yazıyorum" sanıyorum, ama büyük ihtimalle sadece saçmalayacağım, okudum çocuklar ne güzel anlatmışlar okeania'da, sözlük'te, daha nice yerde, bir de bana ne oluyor aslında, ama kurtluyum, duramıyorum, çok bekledik be, 35 sene, dile kolay..
***
"einse! swei, drei, alle!"
yıllar sonra roger, evet, yolda, gelecek, aha geliyo, yok tel aviv önce mi, sonra mı derken, gayet floydian bir trick ile 20.06.2006 tarihinde geleceğini açıkladı, geldi, iksv'ye sorduk neyle gelecek, domuz şeklinde uçan balon yaptıralım mı, hangi otelde kalacak, komple yanıtsız sorular, tabi eşşeklik bizde, ben bilsem şu dünya üzerinde floydianlığından kendim kadar emin olduğum üç beş adam hariç kimseye söylemeyeceğim bilgiler iken, adamlar bir de organizatör, söyler mi, tabi ki söylemez.. hoş hayırlısı oldu tabi, kafayı çizmedik konser öncesinde babayı görerek, şimdi düşünüyorum da, böylesi daha iyi belki, züğürt tesellisi değil, gerçek hissiyatımdır.. yoksa ben babayı alıp benim beyaz şahine, sırf belki yeni bi şarkıya ışık olur deyu şöyle der saadet'in varoşlarından iki tur attırıp ogs'den de kaçak geçmek suretiyle çamlıca tepesine çıkarıp şehrin silüetine baka baka "dady's flown, across the ocean" dedirtemeyecek olduktan, akşamına masaya oturtup iki duble rakının yanına gâvurdağını çatallatamadıktan sonra, tanışmışım da merhaba ben freko demişim, o da afferin ne iyi demiş, ne kıymeti var..
tüm bu haleti ruhiye içinde, bir yandan da tişörtleri yaptırıyorum ki tamı tamına 24 saatlik bir mesai almıştır bu iş, hamburg ekürim likeinme hanım ile uykusuz bir gece daha geçirmemek adına bilerek kendimizi sarhoş ederekten uyuduk, uyandık, cenk tişörtlerimizi giyip diğer cemaat-i tahinpekmezin'e giydirmek üzere yola çıktık da saat beş üzre mekana vasıl oluverdik ki o da ne? hamburg'da tanıştığımız ve görüp görebileceğimiz en floydian 55e asansör yaslamış Kevin efendi, aha da istanbul'da! "hacım ben senin telefonu kaybettim de arayamadım, ama burada olacağından emindim ehi ehi" dedi, yani tam böyle demedi ama türkçesi buna tekabül eder; bu arada okeania beliriverdi yanımızda, "aha birader" dedim, "işte hamburg şahidi, pink floyd mütehassısı, bizim gibi kolpa değil".. baba bizi inceden 12 temmuz 2006 tarihinde italya'nın luca derler bir güzide kentinde olacak roger waters konserine davet etti, 55. yaş günüymüş de tam denk gelecekmiş 55. roger waters konseri olacakmış bilmemne.. böyle adamlarla yiyoruz içiyoruz azizim tabi ki kanserden olacak sonumuz, dalak kanseri, için içini yeme kanseri, hertürlüsünden.. netekim kevin efendi diğer fanlarla muhabbete gitti de biz de bir şekilde etraftaki farsi floydianlarla (şahane oldu lan bu terim) inceden muhabbet, yoldan gelenleri sıraya kaynatma, etraftaki görevlilerle ve bira satıcılarıyla ve bilet simsarlarıyla akraba olma bazında vakit geçirdik, arada içerden "briiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiing dı boooys bek hooom!" nidaları yükseliyor, valdenin teyzenin önünde olmaz bazında içe akıtılan üç beş yaş tersine akıyor falan, böyle böyle tiktaklıyor saat, ama geçmek bilmiyor..
nihayet girdik konser alanının kapısından, biletçi çocuğa "usturuplu yırt kardeş" dedim, yeminle milim milim ayırdı kendisine kalacak olan parçayı, bu satırlardan selam ederim.. bir eniştemiz var sevdiğimiz, godless commie, kendisi suşi ahçısı, araba modcusu, bilgisayar anlarcısı, ama bu konser için en baba özelliğini devreye soktuk, kendisi ayrıyetten ses mühendisi, geldi, "babacım aha burası quadronun kalbi, buradan ayrılmak yok" dedi ve ışık kulesinin önünü işaret etti.. bu sırada cümle tahinpekmez elemanı geliyor, tişörtünü giyiyor, etrafa caka satıyor falan (mug yaptırmak farz oldu, ama çok para, du bakalım ucuzunu da bulucaz), radio eksen güzel güzel çalıyor eskilerden, "disco still sucks" rozetleri dağıtılıyor beri yandan (bu noktada da hem rozet takıcısı hem su sakası can kardeşimi anmadan geçemeyeceğim), o geliyor, bu gidiyor, resimler çekiliyor kare kare, heyecan saniye saniye artıyor, gelen "yau niye öne gitmiyoruz" diyor, gerek abilik, gerek arkadaşlık, gerekse floydianlık nosyonlarımla "burası iyi arkadaşım" deyip safı sıklaştırıyorum, tekneler geliyor yanaşıyor, konsere adam taşıyanlar harici tek bir tanker dahi geçmiyor boğazdan, ya da bana öyle geliyor, "ulan" diyorum "ne mektup yazarmışım, istermisin vali hazretleri gelsin burada beraber höykürelim.." keza gerek oldu şimdi, güzide valimiz Muammer Güler'e bizi ciddiye aldığı için tekrar teşekkürü bir borç biliyoruz, mailini söylesin o dakika admin cinsinden tahinpekmez üyesi yapmazsam ben de freko değilim..
dakikalar geçiyor geçmesine, ama uranüs saatiyle işliyor biraz, yani bizim orbite oranla hayli ağır gidiyor, ya da bize öyle geliyor, neyse ne, fazla bayt yemeyelim de giriverelim olaya:
radyo eksen kesiliyor, hava kararıyor, bir anda ışıklar parlıyor, babalar sahnede! in the flesh, ardından mother, set the controls, shine on, have a cigar, wish you were here, southampton dock, fletcher memorial, perfect sense, leaving beyrut, sheep derken pat diye bitiveriyor birinci bölüm! lan biz yıllardır bekledik, bumudur çala çala, hepsi desen toplam beş dakika! ne ara başladın da nerde bitirdin, bu nasıl bir hız, biraz yavaş!
"hadi arkadaşım biz bi su dökelim gelelim, malum yaş kemale erdi" diyor baba, gene jüpiter ölçeğinden bir 20 dakika salıyor bizi, oraya bak buna sarıl şunu öp geçmiyor lan vakit! hayır birilerini döveyim vakit geçsin diyecem herkes floydian, kimi döveceksin?? bu arada, konserin çeşitli vakitlerinde bizi yara yara gidenler oldu, merak ediyorum acaba evleri mi yandı, babaları mı öldü, tavuklarına kışt mı dendi? lan dingil, madem hoşuna gidecek mi gitmeyecek mi emin değilsin, niye işgal ediyorsun ortamı? keşke bunlardan bulsak bir iki tane de dövsek, bir işe yarasalar diyorum tüm memeli floydian cemaati adına, biliyorum artık saçmalıyorum, ama demiştim birader..
her nasılsa bitiyor o 20 dakika, bir önceki sette sheep'te selektör yapan quadro allahına kadar enişteyi haklı çıkarıyor: fır dönüyor müzik etrafımızda, roger karşımızda, çılgın atıyor, deli ediyor, insanlar duygu seli, hep bir ağızdan bütün dark side söyleniyor, tribe giriliyor, ağlanıyor, haykırılıyor, sanırsın ortam öyle büyük bir aşiret düğünü, herkes dost / akraba, sahnede gelin damat dans ediyor!
"tenk yu veri maç" deyip bir güzel selam edip gidiyorlar sahneden, ki yapmasalar olmaz sanki, babacım beşikteki çocuk dahi biliyor comfortably numb söylenmeden sahneyi terkedenin iki cihanda yakasının biraraya gelmeyeceğini..
"hoyt!" diye geliyor sahneye baba tekrardan, çakıyor flaşı gözümüze, bağırıyor bir yandan:
"you! yes you! stand still laddy!"
tüm cemaat üstüne alıyor bu çağrıyı, hazrola geçiyor, komutan karşıda! ve beklenen an geliyor, bilen bilmeyen herkesin sevdiği "vi dont nid no eccukeyşın" patlıyor alışıldığı üzere, ardından canımız ciğerimiz ve babaların konser kayıtlarında duyma şansına -the wall live hariç- hiç erişemediğimiz vera'yı patlatıyor, ve arkasından bir bring the boys back home geliyor ama ne gelmek! orkestrasyon abartılmış, arası uzatılmış, vokal desen sahne artı 17.000 vokalistle coştukça coşuyor, uzuyor da uzuyor bring the boys back home, sanki hiç bitmiyor, ki şu an şu saatte bile nefesliler haykırıyor kulaklarımda, tüylere tutkal sürsem yatmayacak raddede; ama her güzel şeyin sona erdiği gibi bu da bitiyor ve bir büyük ironi olarak kitlelerin en sevdiği pink floyd eseri comfortably numb'a geçiliyor, bitiyor, baba tekrar teşekkür edip gidiyor, biz bir bis daha beklerken bir tekne hızla alanı terkediyor, makus talihimizle başbaşayız..
***
gelelim işin türevine, integraline..
bir aciz floydian olarak, aynı takvim yılında hem david gilmour + rick wright, hem de roger waters izlemiş bir insan olarak, farizamın %75'lik bölümünü tamamlamış oluyorum, çok şükür.. ve fakat diyeceğim şudur ki, dave roger'sız, roger dave'siz olamıyor! sanki böyle suyun var sonsuz, ama koyacak şişen kovan yok, boşa akıyor, engel olamıyorsun gibi.. halbuse onları alsan bi yere koysan, iç iç dur, biriktir dur, zemzem hesabı, bozulmaz etmez..
aralarında ne fark var? belki hiç, belki de çok.. ama en göze batanı, david gilmour gitarda gerekli perdeyi bulduğu gibi, sahnede de durulacak yeri bulmuş sanki, yerinden kıpırdamıyor, "kralını çalıyoruz arkadaşım dinleyin işte, bi de sizin için elde gitar volta mı atıcaz" dercesine, çıktığı yerden terk ediyor sahneyi.. ama roger öyle mi, hani salsalar iggy pop gibi dalacak seyircinin arasına nerdeyse, alacak milleti birlikte söyleyecek falan, tek tek seyirciyle göz teması kurmak ister gibi, bir o yana gidip coşturuyor bir bu yana, sanki o gelmese coşmayacakmışız gibi.. bu ikisini ayrı ayrı düşünmek yanlışın kralıdır, bu ikisi bir bütündür, bölünemez, bölünmüş gibi dursalar da gerçek floydian kafada onları birleştirir diyorum daha da birşey demiyorum, şirke girer allah muhafaza..
diğer elemanlara gelelim inceden:
in the flesh konserlerinde arzı endam gösteren doyle bramhal ii'nin yerine ikame edilen dave kilminster yardı geçti.. doyle'un aksine dave abi, adaşının yerine gayet güzel çaldı, gözardı edilebilecek derece az sıçtı, ayrıca ne ciklet çiğnedi ne de artis artis kolyeler falan taktı, böyle pırıl pırıl bir adam, ayakta alkışlıyoruz..
snowy white abimize zaten laf yok, yüzbin dolar saydığı gitarıyla başından beri harikalar yaratıyor, yeri bakidir, tek olur..
carol kenyon başta olmak üzere, diğer iki vokal abla da önceki roger waters konserlerine göre gayet iyilerdi.. sanırım daha önceki gereksiz uluyan ablalar tepki almış, bu ablalar her vokali yerinde yaptı.. hele carol abla öyle bi great gig in the sky patlattı ki, sanırsın clare torry açtığı gereksiz davadan vazgeçti de geldi roger'a vokalist oldu tekrardan, o radde iyiydi, direk ağladım, hiç kasmadım..
andy fairwather (basık) abimiz de gene gerilerde durdu, ama tek bir nota şaşmadan sanatını icra etti.. keşke sahnede gene yükselti olaydı da roger ile tek sıra takılmalarını izleyebilseydik dedim sadece..
graham broad abimiz ekseriyetle iyiydi, lakin en iyi olması gereken yerde sanırım asidi az geldi, tam havaya giremedi, ve time'ın introsunu %60 performansla çıkarabildi.. lan bak hayatımda elime baget almışlığım yok, ama tahtaya vurarak ya da göbeğimde dümbelek şeklinde icra edeyim o introyu, tek bi vuruş şaşarsam kurşunlara geleyim! ulan sen bu adamlarla senelerdir çalıyorsun, kilminster ya da snowy hiç "yemişim david gilmour'u, ben kendi yorumumu çalarım" tribine giriyomu arkadaş? kendisini seviyoruz, ama nick mason'u tabi ki daha çok seviyoruz..
ian ritchie bir dick parry olmaktan daha yüzyıllarca uzak, ama o da olacak birgün diye düşünüyorum.. fazla şey yazamıyorum, ama en azından şu örneği vereyim: hamburg'da, dick parry shine on'da sahneye sırtında üç saksafonla geldi, gereği neyse tek nota değiştirmeden aynen icra etti.. gene tekrar ediyorum: bu adamların müziği kutsal kitap gibidir, zaten olması gereken en iyi haldedir, kendi artistiklerini sokuşturmanın alemi yoktur, roger ile sahne aldık diye havaya girmeyin öte tarafta bunun kesin bir cezası vardır:)
harry waters acep emmioğlumudur, torun torbamıdır bilemedim (edit: bizzat oğluymuş, respect!), ama soyad benzerliğinden yırtıyor, kendisini sadece alkışlıyoruz..
ammaaaaaa, bilerek en sona bıraktığım bir abi var ki adı jon carin, o sahnede roger'dan sonra en önemli adamdır nazarımda.. değil mi ki roger da david de her canlı performansında bu adamı illa sahneye alıyor, o zaman bu adam ululardan bir uludur, floydian öğretiyi, notayı, soloyu yalamış yutmuştur diyor, kendisine en ufak yanlışın sülaleme sövülmesine eşdeğer kabul edileceğini tüm dünyaya ilan ediyorum.. bu adam tek bir nota şaşmıyor, en zor saykedelik yerleri kral gibi çalıyor, dave yokluğunda roger'a slide desteğini en babasından veriyor, bir eli klavyede, öbürü penada, beri yandan vokal de yapıyor, daha ne olsun arkadaş.. tabi ki helal olsun!
***
işte böyle a dostlar.. bu güzide aktivitede beni yalnız bırakmayan (in order of appearance) başta annem, teyzem ve likeinme hanımefendi olmak üzere, okeania, kevin, dolphingirl, nosuprises, beşinci göz, cedilla, godless commie (malum enişte), lovehippi (bir özge candır), manoverboard, kardeş insanı melyche ve enişte jujuman efendi, felina the badcat, merlin (a.k.a. apollo01), days kusmazcan kişisi ve aton karimca yenge hazretleri, bilahare justy the çükübik ve artık nikah temizler cinsinden (amin) yengemiz limonumsu, manoverboard, serol, can, rosengela, zaknafein, ve daha niceleri.. adını / nickini sayamadıklarımdan peşinen özür dilerim.. ama böyle bir gecede ölmediysek, artık biz de highlander ırkından sayılırız arkadaş; daha da öldürmek isteyen, başımızı gövdemizden ayırmak zorundadır, böyle biline..
freko, ölmezotu..
foto courtesy of days herankusabilircan, yanımda çektiği için kullanmakta beis görmedim, ama gene de all rights reserved, yanlış olmasın:)

2 yorum:

  1. yau kimisi de hiç sevmediği halde gider, hem de vi ay pi demirlerine yaslanır, ne bok varsa..

    mallık da floydianlık gibi evrensel bişi, ne yapalım, geçti işte:)

    YanıtlaSil
  2. bilet elime gectiginden itibaren "kutsallastirmaktan" mutevellit, reel fonksiyonunu gozardi ederek tam kapidan cikmistim ki, atese basmiscasina geri donup attim bileti cantaya.. yipranmadan, yipratmadan, kirmadan bukmeden eve tekrar geri getiriim diye cantaya "bomba cantasi" muamelesi yaptim butun gece. yani bu tur beklenmedik `obsesif`vari yan etkileri de olabiliyormus durumun :) hahaahah.. keske tek derdimiz bu olsa...

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.