27 Ağustos 2015

şişkoluk

şişkoluk çok feci bişi.. yürüyemiyosun, yatamıyosun, oturup kalkamıyosun. devamlı kendi kendine yalanlar söylüyosun. yarın diyete başlicam, bu akşam yürümeye başlicam, haftasonu diyetisyene gidiyorum, bu sefer kesinkes gidiyorum 30 kilo vericem. hep yalan.

üstüne giydiklerin olmuyor olsa yakışmıyor. ortalıkta insanların "allah muhafaza" dedikleri bir modelde geziyorsun. istediğin kadar neşeli ol pozitif ol ne bok olursan ol şişkosun işte! her allahın günü yalan haberler, yok bilmemne çayı yağ eritiyor yok bilmemne geni bulundu üç vakte şişko insan kalmayacak falan filan.. daha az önce bir kapı eşiğinden az eğilip geçmem gerekti (kepengini az indirmişler) eğilmeden doğan basınçla pantolonun düğmesi koptu!

biliyorum, şişman olmak ayıp değil, günah da değil (bir takım kortizon gibi ilaçlar harici şişmanlık belki günah da olabilir, tam bilemedim) ama rahatsız edici bir şey işte. arabaya sığmıyorsun, uçağa sığmıyorsun, pantolonun yırtılıyor, düğmelerin kopuyor, her şey kötü anlayacağın. iki kat merdiven çıksam ölecek gibi oluyorum, ki vaktiyle ölmüşlüğüm de var, o yüzden hiç abartmıyorum bunu söylerken, biliyorum da konuşuyorum.

bunları yazarken kimseden tek bir tavsiye veya avutma cümlesi duymak için de bir gayrette değilim, sadece bir vakanüvis gibi, olanı yazıyorum. size bir günümü anlatayım zira neredeyse hep aynı cereyan ediyor:

sabah çok zor uyanıyorum bir kere.. eğer komşu benim alarmı duyuyorsa her gün küfrediyordur zira üç dakkada bir ertelenen sikko bir melodi insanı sinir eder, ben ise üç vakit sonra alışıyorum. altı onbeşte başlayan uyanma maceram en erken yedi otuz gibi bitiyor. acele bir duş ya da traş ya da her ikisi birden, asansörle otoparka inip arabaya binip işe geliyorum. işe gelirken yoldan ya bir simit, ya bir sandöviç, illa bir şey alıyorum, alamadıysam şirkette çaycıyı kandırıp tost yaptırıyorum.

saat oniki onbeş olunca dandik şirket karavanasını yemek için yerimden kalkıyorum. seri bir öğle yemeği sonrası işyerimize ikiyüzelli metre mesafede bulunan avmde kahve içmeye gidiyorum. bir de onun dönüşü, etti mi beşyüz!

daha sonra ufak ufak akşam üzeri oluyor, illa içimiz kıyılıyor, artık allah ne verdiyse bisküvi, gofret, az da olsa bir aburcuburu ağzıma atıyorum. aklımda hep "bu akşam siteye gider gitmez bir iki tur yürüyeceğim" sedası çınlıyor fakat saat altıya yaklaştıkça bir yorgunluk bulutu çöküyor omuzlarıma.. altı gibi çıkıp arabaya binip eve doğru yola koyuluyorum. giderken ya etsiz çiğköfte paket yaptırıyorum, ya iki üç lahmacun yiyorum, yani nereden baksan yedi olmadan ya da sekiz olmadan birşeyler yemiş oluyorum. tabi bu arada yürüyüş eve girmemle birlikte yalan oluyor ve koltuğa gömülüp salak diziler seyrediyorum. ve tabi o sırada da ya çekirdek, ya başka bir aburcubur yakınlarda oluyor.. bunca abur cubur kesmiyor, eğer yatamamışsam onbiri geçince karnım tekrar acıkıyor ve artık evde malzeme varsa tost, yok ise dışarıdan pizza (bari onu artık ince hamura söylüyorum) getirtip bi de onu yiyorum agopun kazı gibi..

e böyle yaparsan zayıflanır mı? tabi ki hayır.

"ya işte gece yemeyi kessen, günde yarım saat yürüsen" cinsinden lafları çok dinledim ve fakat kesilmesi gereken gece yemeleri değil benim kopasıca kellem bence!

ondan sonra o kız niye bana bakmadı bile? e bakmaz tabi, sen dombili hatunlara bakıyor musun? hem hatun manken gibi olsun, hem seni böyle dombiliyken beğensin.. çok nadir gerçekleşen bir durum bu.

olay sadece karı kız olaydı, problem değildi. ama en başta dediğim gibi hep yorgunluk, üstüne hiç ama hiçbir şeyin olmaması yakışmaması.. asıl dert bunlar. karı kız meselesini kendime havuç etmeye çalışıyorum ama artık ihtiyarladım mı, olgunlaştım mı ne olduysa, bünye böyle şeylere kanmıyor artık..

yüce rabbimden dileğim, bir şekilde kafama bir şimşek çaktırıp şu zayıflama meselesini başarmamı sağlamasıdır. ilahi bir kudret tarafından dürtülmedikçe, nice badirelerden sağ çıkmış bedenim şişmanlık temalı salakça bir hastalık ya da bir kaza nedeni ile dünya üzerindeki yaşamını sonlandıracak. halbuse benim için ölüm daha şatafatlı bir şey olmalı idi, skindirik bir kalp krizi ile ölürsem yuh olsun bana..

işte böyle, biterken livin' joy - don't stop movin' çalıyordu, dalga geçer gibi..

25 Ağustos 2015

ota boka para harcamak

son bir buçuk yıl zarfında aldıklarım:

ipad mini - 1200 tl
ipad klavyesi - 200 tl
ipade göre samsonite gay çantası - 100 tl
kulaklık amfisi - 150 tl
kulaklık (2. el) - 70 tl
moleskine defter - 70 tl
pebble saat - 350 tl
çekirdek kahveden yapan filtre kahve makinesi - 200 tl
çay makinesi - 150 tl
televizyon - 1500 tl
buzdolabı - 1750 tl

bunlardan televizyon, buzdolabı, ipad mini olayları bi yerde mecburi harcama kalemi gibi. ipadi neredeyse elimden düşürmüyorum ama 1200 lira verilmiş alette sadece bejeweled oynayıp feysbuk bakmak çok andavallıca geliyor, ama yine de neticede bir işe yarıyor.

ipad klavyesi aldığımdan beri toplasan iki kere falan kullanıldı. çanta üç beş kullanıldı ama konsepte alışamadığım için ööyle duruyor genelde. kulaklık amfisi desen bi heves bir kaç tur kurcalandı ve fakat o da öööyle durmakta.. 2. el kulaklık aldığım paranın en az 5-6 misli eder, helal olsun, işe de yarıyor. ve fakat moleskine defter, pebble saat, kahve ve çay makinaları bildiğin fuzuli harcama.

yani, bir buçuk sene zarfında, ya da net konuşmak gerekirse 21 ayda 1200 lirayı -neredeyse- çöpe atmışım. ayda 60 lira etmiyor, küçük freko sağolsun afedersiniz..

ulan ben de bişey sandımdı. hemen yarın şu ps4 siparişini vereyim mademse :)

freko, fuzuli işler amiri

24 Ağustos 2015

Özledik...

Sizi bilmem ama ben çok özledim Tahinpekmez'i.


Facebook'ta olmuyor, olamıyor. Canım bir şey yazmak, paylaşmak istemiyor. Burada üç beş kişi olsak da evimde hissediyorum. Rahat rahat paylaşıyorum bir çok şeyimi.

Ne iyi ettin de hiç değilse burayı canlandırdın Freko, teşekkürler.


Şimdilik bu kadar.


herkes birşeyler istiyor..

sevgili tahinpekmez orege,

yine çooook uzun zaman oldu. arkadaşlar seninle irtibata geçmek istiyor, ama benim -nedense- bir türlü elim gitmiyor.. belki de kaderin enteresan bir oyunu bu, zirvede bırakıp da gidemediğim hayat bana tabuta el verecek dördüncüyü bulmak için bekletecekmiş gibi görünüyor; ama yine de umudumu kaybetmedim.

ve fakat, ben artık farkettim ki, eskisi gibi ne yazabiliyorum ne de yazmak istiyorum. sanırım bir devirdi benim için, ve geçti gitti.. ama ne yalan söyleyeyim, yazmayı çok özlüyorum. klavyeye okadar alışmışım ki, kağıt kaleme sarıldığım her seferinde üçüncü satırdan sonra elim ağrıdı, aklımdan geçeni elimle kağıda iletmek yavaş geldi.

aklımda dağlar kadar birikmiş anılar, paylaşılacak dertler, kimbilir daha neler neler..

ama olmuyor işte, olamıyor.

bu üç beş satırı feysbuka da yazabilirdim, ama yazmadım, hatta artık pek kullanasım da yok -sözde- sosyal medyayı..

yine buradan mı devam etsek? belki mesaj fasilitesi yok, ama geri kalan herşeyi tahinpekmezin en son halinden kat be kat iyi bir yazılım işte, arkasında dağ gibi gugıl var.

de haydi, ben şu nameservere bir el atayım, tahinpekmez.org yazan eller yine karşısında iyi kötü birşey görsün, ama eski ama yeni..

frackman revolutions, doymayan pehlivan..